16 Eylül 2015 Çarşamba

MÜNAFIĞIN SIRLARI = GİRİŞ


İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır. (Bakara Suresi, 8-10)

Çoğu insan için 'münafık' kelimesi pek bir anlam ifade etmez. Bazıları ise kelimeyi halk dilindeki şekliyle, yani "ikiyüzlü" ya da "yalancı" anlamlarıyla bilir fakat Kuran'daki karşılığından haberdar değildir. Biraz dini bilgisi olanlar ise münafıkların, daha çok Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış inkarcı bir grup olduğunu düşünürler.
Oysa münafıklar Allah'ın Kuran'da yüzlerce ayetle haber verdiği ve onlara karşı son derece temkinli olunmasını hatırlattığı bir gruptur. Ve yine Kuran'a bakıldığında anlaşılan, münafıkların, hiç de az rastlanılan bir grup değil, aksine her mümin topluluğunun içinde bulunan 'teşkilatlı' bir grup olduğudur.

Kuran'a baktığımızda bu kuralın her dönem için geçerli olduğunu görürüz; Hz. Musa (as) ile birlikte olan topluluğun içinde de, Hz. Süleyman (as)'a inananların arasında da, Hz. İbrahim (as)'ın ümmetinde de, Peygamberimiz (sav)'in 1400 sene önce yaşamış cemaatinde de... Kısacası Kuran'da bahsi geçen hangi Müslüman topluluğu olursa olsun içlerinde münafıkların da bulunduğundan bahsedilir. Çünkü "(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir.   Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın" (Ahzab Suresi, 62) ayetiyle de bildirildiği gibi Allah, her ümmeti benzer olaylarla denemeden geçirir. Eğer ortada bir mümin topluluğu varsa muhakkak onun içinde bir de münafık grubu olacaktır. Bu, Allah'ın tarih boyunca değişmeyen bir kuralıdır. 

Dolayısıyla Allah, müminler için tehlike oluşturacak bu topluluğun özelliklerini Kuran'da sıkça bildirmiştir. Münafıklar, Kuran'da en çok tarifi görülen insan türlerinden biridir.

Hayatının tamamını Allah'a adamış, O'nun yolunda canıyla, malıyla mücadele eden samimi insanların arasında, 'onlardanmış' gibi görünerek -kimi zaman yıllarca- yaşayabilen bu insanlar, aslında 'onlardan' değildirler ve yalnızca kendilerine çıkar sağlama peşindedirler. Tarih boyunca bu olay, hak ve samimi olan bütün mümin topluluklarında görülmüştür. Nitekim Kuran'da, yukarıda da belirttiğimiz gibi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) dahil birçok resulün kavimlerindeki münafıklar hakkında çok fazla bilgi verilmektedir.
Bu kitapta münafıkların özelliklerini, Kuran'da tarif edilen detaylarıyla tek tek ele alıp inceleyeceğiz. Daha sonra ise münafıkların içlerinde yaşattıkları önemli bir hastalığa, 'müstağniyet'e dikkat çekeceğiz.

'Müstağniyet', ileriki bölümlerde daha detaylı olarak ele alınacağı gibi münafıkların üzerlerinde barındırdıkları en belirgin özelliklerden biridir. Münafık karakterli bir kişi, kendini 'müstağni gören' yani 'hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını' sanan, her zaman kendinin en doğru yolda olduğuna inanan bir yapıdadır. Ve bundan dolayı "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden" (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle de bildirildiği gibi azgınlığı ve inkarı giderek artmaktadır. Kendini herşeyden bağımsız, herkesten üstün kabul ettiği için de ne Allah'ın ayetlerine teslim olabilmekte, ne de öğüt alabilmektedir.

Ancak kitaptaki konuları, münafıkların gerçek karakterlerini ve sapkın mantıklarını daha iyi anlayabilmek için, önce münafıkla klasik inkarcının farkını bilmemiz gerekmektedir.

İNKARCILARLA MÜNAFIKLARIN FARKI

Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. (Yusuf Suresi, 103)

Yukarıdaki ayetle de haber verilmiş olduğu üzere, insanların çoğu iman etmezler. Allah'a inanmayanlar her zaman için, yeryüzünün çoğunluğunu oluştururlar. 'İnkarcılar' olarak adlandırılan bu gruba, Allah'ı açıkça inkar eden dinsizler, münafıklar, müşrikler ve kalplerinde hastalık bulunanların tümü dahildir. Hepsinin ortak özelliği, Allah'tan gereği gibi korkmamaları ve Allah'ın kitabından uzak bir hayat sürmeleridir. Ancak inkarcılar içerisinde yukarıda da ismi geçen bir grup vardır ki bunlar, Allah'ın 'cehennemin en alt tabakasında' (Nisa Suresi, 145) olduklarını söylediği münafıklardır.

Peki münafıkları, diğer inkarcılardan daha da aşağı bir konuma getiren fark nedir?

İnkarcı Allah'a inanmaz, O'nun varlığını tamamen reddeder; tabii din ahlakını ve Kuran'ı da... Münafık ise Allah'ı açıkça inkar etmez, dine ve Kuran'a inandığını söyler. İnkarcı, Allah'ı inkar ettiğini ilan ederken, münafık tam tersine, -inkarını gizleyip- iman ediyormuş gibi görünür. Kendi iddiasına göre, iman da ediyordur, Allah'tan da korkuyordur... Ancak münafığın doğruyu söylemediğini, kalbinde olanın "gerçek iman" olmadığını Allah bize ayetleriyle bildirmiştir. Bakara Suresi'nde şöyle buyrulur:

İnsanların öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Bakara Suresi, 8) 

Münafık iman ettiğini iddia ettiği için mümin topluluğunun içinde bulunur. Müminlerin arasında kimi zaman tüm yaşamını geçirir. Ancak inkarını içinde gizlediği için, müminler arasında sürekli olarak içten içe bir fitne çıkarmaya, Allah'a inanan samimi insanlara zarar vermeye, onları gevşekliğe sürüklemeye çalışır. Münafıkların bu fitneci karakterleri Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi" diyorlardı... Eğer onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık çıkarmaları) istenmiş olsaydı, hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az (zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı. (Ahzab Suresi, 12-14)

Tüm inkarına rağmen münafık, hiçbir zaman "ben münafığım" diye ortaya çıkmaz. Aksine kendisinin son derece "takva" olduğunu iddia eder. Ona göre müminler yanlış, kendisi ise en doğru yoldadır. Dolayısıyla amacının, müminleri doğru yola iletebilmek olduğunu savunur. Bu da onun fitne çıkarma metotlarından bir diğeridir.

MÜNAFIKLAR DİNSİZ MİDİR?

Münafığın en önemli özelliklerinden biri, dine inandığını söylediği halde, inandığı din anlayışının Kuran'a uymamasıdır. Bunun nedeni Kuran'dan ayrı, kendine has, müstakil bir mantığının oluşudur. Kuran'a göre değil, kendi mantığına göre düşünür. Münafıkların bu mantık örgüleri, Kuran'da "saçma akıl" olarak şöyle tabir edilmektedir:

Yoksa bunu kendilerine saçma-akılları mı emrediyor? Yoksa onlar azgın bir kavim midir? (Tur Suresi, 32)

Münafık, yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah'tan korktuğunu iddia eder; fakat tavırları, Allah'tan korkan bir insanın tavırlarına benzemez. Amacı Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak değildir; aksine O'nun gazab ını üzerine alacak her türlü davranışı sergiler. Bütün bunları yaparken kendisinin oldukça takva olduğunu, her davranışının da Kuran'a uyduğunu şiddetle savunabilir.

Bütün bunların yanında, münafık dinde var olan ibadetlerin çoğunu uyguluyor görünür ve hatta uyguluyor da olabilir. Fakat bunları uygulayış tarzı ve amacı mümininkinden çok farklıdır. Örneğin, mümin sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için namaz kılarken, münafık insanlara gösteriş yapmak için namaz kılar. Allah münafıkların bu tavrını aşağıdaki ayetle bildirmiştir:

Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)

Dıştan bakıldığında münafıklar ve müminler, aynı ibadeti uygulayan insanlar gibi görünebilirler. Oysa müminler "namazlarında huşu içinde olanlardır" (Müminun Suresi, 2); ibadetlerinin karşılığında da Allah'ın rızasını kazanırlar. Münafıklar ise samimiyetsizlikleri ve ikiyüzlülüklerinden dolayı   Allah'ın gazabına uğrarlar.

Münafık, 'dış görünüşte' dinsiz değildir; bilakis Allah'a inandığını söyleyen, ibadetlerin çoğunu uygulayan bir insandır. Ancak buna rağmen dindar da değildir. O yalnızca kendi batıl din anlayışının, yani sapkın 'MÜNAFIK DİNİ'nin dindarı sayılabilir. Ama gerçek din ahlakını bildiği halde çarpıtmaya çalıştığı için, ahirette yaptıkları boşa gitmiş olacaktır. Allah bir ayetinde o günü şöyle haber vermektedir:

... Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 105)

'Münafık dini', şeytanın dinidir. İnsanlar üzerinde gizli bir hakimiyet kurup, onları Allah'ın yolundan saptırmak isteyen şeytan, türlü yollarla onların aklını çelmeye çalışır. Onlara kötülüğü emreder; insanları doğrudan, iyilikten alıkoymaya çalışır. Son derece garip bir mantığa sahiptir; bunu bir sonraki bölümde detaylıca açıklayacağız ve münafıklarla olan bağlantısını göstereceğiz. Münafıklar şeytanın bu mantığını çok iyi bilirler ama değişen bir şey olmaz; hiçbir münafık "Ben şeytana uyuyorum, onun dinini yaşıyorum" demese de, onun çarpık mantığının aynısını üzerinde tecelli ettirir. 






MÜNAFIKLAR ŞEYTANIN FIRKASIDIR





Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele, 19)

Yeryüzünde iki topluluk vardır: Allah'ın fırkası ve şeytanın fırkası.

Şeytanın fırkası, kendilerini yaratan Allah'ı unutan ve yoldan saparak şeytanın 'adımlarını izleyen' bir topluluktur. Bu topluluğu kendi içinde müşrikler, kafirler, münafıklar diye çeşitli gruplara ayırabiliriz. Ancak bu gruplar içinde, Allah'ın ahirette en aşağılık azap ile cezalandırılacaklarını haber verdiği, MÜNAFIKLARDIR. Münafıklar, şeytana ait tüm özellikleri üzerlerinde barındıran bir topluluktur. Bu konuya geçmeden önce, şeytanın garip mantıklarına incelemekte fayda vardır:

İlk olarak şeytanın en ahlaksız tavrı, yani 'sapkın ve esrarengiz isyanı' üzerinde durmak gerekir. Araf Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:

Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)

Şeytanın en büyük amacı, ayetlerde görüldüğü gibi insanların Allah'a karşı isyan etmelerini sağlamaktır. Bu amacına ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapar, sürekli bir çaba harcar. Fakat bu yoğun çabasının yanında anlaşılmaz bir mantığı daha vardır. Bu sapkın mantığı haber veren ayet şöyledir:

Ancak şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)

Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi şeytan, insanlara isyan etmelerini emrettiği halde, kendisi Allah'tan korktuğunu söyler. Bu ifadeleri, taşıdığı 'çarpık mantığı' gözler önüne serer. Hem Allah'a karşı isyan etmekte ve insanları da isyana teşvik etmekte, hem de Allah'tan korktuğunu iddia etmektedir. Elbette bu ifadeler şeytanın akli yönden son derece dengesiz bir varlık olduğunu göstermektedir.

İşte münafıkların da şeytan ile benzerlik gösteren en belirgin vasıfları bu 'sapkın ve esrarengiz isyan'dır. Münafıklar, bir yandan Allah'a karşı büyüklenmekte ve fitne çıkarmakta çaba harcarken, bir yandan da Allah'a, ahirete iman ettiklerini, Allah'ın dinine ve elçisine itaat gösterdiklerini iddia ederler. Nitekim Allah münafıkların bu tavırları hakkında müminleri çeşitli ayetlerle uyarmıştır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. (Nisa Suresi, 60)
Kuran'da, şeytanla münafıklar arasındaki bu en belirgin ortak yönün dışında da çeşitli benzerliklerden ve ilişkilerden bahsedilir. Şimdi bunları inceleyelim.

Münafıklar şeytanı dost edinirler

Allah'a inananlar, "Sizin dostunuz (veliniz), ancak  Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir." (Maide Suresi, 55) ayeti gereği, yalnızca Allah'ı ve kendileri gibi inananları dost edinerek önemli bir ibadeti yerine getirirler. Güçlerinin en önemli nedeni budur.

Müminler nasıl Allah'ı dost ediniyor ve her işlerinde O'na yöneliyorlarsa, münafıklar da şeytanı dost ve veli edinirler. Şeytanı veli edinenlerin durumu ayetlerde şöyle bildirilir:

... Çünkü o ve taraftarları, (kendilerinin göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. (Araf Suresi, 27)

Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (Araf Suresi, 30)

Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)

Zuhruf Suresi'nde geçen bu ayette de bildirildiği gibi münafıkların en belirgin özelliklerinden biri de Allah'ı zikretmemeleri, manen Allah'tan uzak olmalarıdır. Bu durumda olmalarını teşvik eden ise yine şeytandır.

Şeytan onlara Allah'ı unutturur

Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur... (Mücadele Suresi, 19)

Kişinin "münafık" olması için, öncelikle mümin topluluğunun içinde bulunması ve onlara kendi düşük aklınca gizli veya açık zarar vermeye çalışması gerekir.
Münafık, müminlerin içine kadar gelmiş, bir süre de olsa onların yaşam tarzını taklit edip aralarında yaşamaya çalışmış, müminlerle birlikte Allah'ı anmış, O'nun ayetlerini okuyup öğrenmiştir. Bütün bunlara rağmen, imanından sonra inkara sapmıştır. Münafıkların bu durumları bir ayette şöyle bildirilir:

Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafıkun Suresi, 3)

Peki nasıl olur da, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul edip, Kuran'a itaat eden imanlı bir insan 'bir anda' Allah'a isyan edip sapar?

Bu elbette ki bir anda olmaz. Münafıkların kalpleri, imandan ziyade inkara yatkındır. Bu zayıf imanlı kişileri ayartmak ise, tabii ki yine şeytanın işidir. Onları etkilemek, doğru yoldan alıkoyup kendi yoluna çekmek için çeşitli tuzaklar kurar. Bunların en büyüğü de Allah'ı unutturmaya yönelik olanıdır.

Allah'ı unutturmak isteyen şeytan, belli oyunlarla münafığa yaklaşır. Oysa münafık kastedilen oyunları Kuran ayetlerinden çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla şeytanın tuzağına 'bile bile' düşer; bu da kalbinde -Kuran'da haber verildiği üzere- "hastalık" barındırması nedeniyledir. Bu hastalık 'isyankarlık'tır. Münafıkların bu durumları bir ayette şöyle haber verilir:

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)

Burada unutulmaması gereken konu, şeytanın ancak zayıf imanlılara etki edebileceği; gerçek, samimi müminleri ise hiçbir şekilde tuzağa düşüremeyeceğidir. Sapkın insanlarla hakiki müminler arasındaki fark bir ayette şöyle haber verilir:

Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur. (Hicr Suresi, 42)

Münafığı tevekkülsüzlüğe, büyüklenmeye ve samimiyetsizliğe sürüklemeye çalışan şeytan, kısa zamanda başarılı olur. Sahip olduğu zayıf inanç sebebiyle akıl almaz bir süratle ona ayak uyduran münafık, mümin tavrını taklit etmeyi artık bir kenara bırakıp, şeytani davranışlar sergilemeye başlar. Müminlere o güne kadar hiç göstermediği olumsuz tavırlarını gösterir. Örneğin aniden öfkelenir, paniğe kapılır, kendi düşük aklınca müminlere zarar vereceğini düşündüğü davranışlarda bulunur. Özellikle zorluk anlarında veya kendisine gelen bir zarar karşısında şeytanın etkisi iyice belirginleşir. Beklemediği şekilde zorlukla karşılaşan münafık bir anda başına gelen olayın Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğini, tevekkül etmesi gerektiğini, Allah'ın duasına icabet edeceğini düşünemez ve bir müminin zorluk karşısında göstereceği tüm tavırların tersini göstermeye başlar. İmanının sınandığı bir zorluk anıyla karşılaşan münafık, o ana kadar görülmemiş bir yüzle ortaya çıkar. İşte Allah'ı unutmuş ve şeytana teslim olmuş bu yüz, münafığın gerçek yüzüdür. 

Açıkça anlaşılıyor ki münafığı doğru yoldan çıkarmak, şeytan için hiç de zor olmamaktadır. Nitekim şeytan yalnızca kötü yola çağırır; onun peşinden sürüklenip giden, sonra da tevbe etmeyen ve bütün bunları tamamen kendi arzusuyla yapan, münafığın kendisidir:

Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)

Şeytan ahirette, peşinden sürüklediği kimselere itiraflarda bulunur ve onları zorlamadığını, ardından gelenlerin kendi arzularıyla onu izlediğini bir kez daha açıkça söyler. Ayette bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

İş hükme bağlanıp bitince Şeytan der ki: 'Doğrusu Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır. (İbrahim Suresi, 22)

Şeytan onları kuruntulara düşürür

Allah'a kesin bilgiyle inanan kişi imanında bir an bile kuşkuya kapılmaz; böyle bir suçtan Allah'a sığınır. Münafık ise iman konusunda şüphededir. Bu şüpheyi kalbine düşüren ise tabii ki yine dost edindiği, peşinden sürüklenip gittiği şeytandır.

Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim.' Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119) 
Ayette belirtildiği gibi, şeytanın insanları düşürmeye çalıştığı kuruntular, hiç olmayacak tarzda boş ve saçmadır. Ancak zayıf imanlı kişiler, bunları olağanüstü önemli görmekte ve kolayca benimsemektedirler. Kuran'dan uzak oldukları için, "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir" (Araf Suresi, 200) ayetiyle, Kuran'da böyle bir durumda uygulanması tavsiye edilen tavrı da sergilemezler.

Dolayısıyla müminler şeytana karşı başarı kazanırken münafıklar, kaçınılmaz olarak ona yenik düşerler.

Şeytan onları boş vaatleriyle aldatır

(Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120)

Şeytan insana sadece boş vaatlerde bulunur. Bu vaatlerin hepsi, geçici dünya hayatına yöneliktir. Müminlere verilmiş bir nimet olan akla sahip olmamasına rağmen oldukça zeki olan şeytan, herkese zayıf yönlerinden ulaşmaya çalışır. Bu zayıf yönler, kişinin Allah'ın rızasının yerine tercih ettiği 'put'lardır.

'Put' denince, akla yalnızca bazı insanların cahilce önlerinde secde ettikleri taşlar gelmemelidir. Put, dinin yerine tercih edilen herhangi bir kavram ya da bir insan olabilir. Hepsi de dünya hayatının geçici süsleri olan makam, mevki, zenginlik, şöhret, güzellik, gözde büyütülen bir insan veya insanlar da 'put' olabilirler. Şeytanın vaatleri daha da çeşitlendirilebilir, fakat hepsi de boş bir aldatmacadan başkası değildir. Zira hepsi geçicidir ve insan toprak olup da yeniden diriltileceği gün, dünyada değer verip bel bağladığı hiçbir değeri veya hiçbir insanı yanında bulamayacaktır. Üstelik bir insanın şeytanın vaadlerinin boş ve sahte olduğunu anlaması için dünya hayatının son bulmasına da gerek yoktur. Daha dünyadayken, sahip olduğu tüm imkanlara karşın mutsuz, huzursuz, gerilimli ve gerçek sevgiyi hayatları boyunca bir kere bile yaşamamış olan insanlar şeytanın telkinlerinin büyük bir yalandan ibaret olduğunun en önemli delillerindendir.

Ancak tüm bunlara rağmen, 'derin' bir kavrayıştan uzak olan münafıkların bu boş vaatlere aldanmaları hiç de zor olmaz. Dünyaya körü körüne bağlı olan münafıklar, şeytanın vaadlerinin mutlaka gerçekleşeceğini, ona uymakla kar elde edeceklerini zannederler. Oysa şeytanın vaatleri, yalnızca insanı cehenneme sürüklemek içindir. Dünyada ve özellikle de ahirette ona hiçbir fayda sağlamayacaktır. Haşr Suresi'nde şöyle buyrulur:

Şeytanın durumu gibi; çünkü insana 'İnkar et' dedi, inkar edince de: 'Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım' dedi." Sonunda onların akibetleri, şüphesiz ateşin içinde ikisinin de süresiz olarak kalıcı olmalarıdır. İşte zalim olanların cezası budur. (Haşr Suresi, 16-17)

Şeytana uymayan, vaatlerine aldanmayan tek topluluk müminlerdir. Onlar, insanlara durmaksızın kötülüğü fısıldayan şeytanın aldatmacalarına, vermek istediği vesveselere açık değildirler. Her olayı 'akıl ve vicdan' çerçevesinde değerlendirdiklerinden, bu asılsız vaatlere hiçbir şekilde inanmazlar.

Gerçek yüzlerini şeytana gösterirler

Münafıklar, müminlere kendilerini 'samimi' tanıtmak için yoğun çaba harcarlar. -Amaçlarını daha sonra detaylarıyla ele alacağımız- bu samimiyetsizliklerini menfaatleri zarar görene kadar ısrarla sürdürürler.

Müminlerden ayrıldıkları süreye kadar kendilerini gizleyen münafıklar, bu süre zarfında gerçek yüzlerini de yalnızca şeytana gösterirler. Allah bir ayette münafıkların bu durumlarını şöyle haber vermektedir:

İman edenlerle karşılaştıkları zaman: 'İman ettik' derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: 'şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz. (Bakara Suresi, 14)

Burada önemli bir konuya dikkat etmek gerekir. Şeytan münafıkların karşısına elbette ki, cismen çıkmaz. Onun çeşitli kabiliyetleri vardır; insanların karşısına onlardan biri gibi, yani 'insan suretinde' çıkabilmesi de bunlardan biridir.

'İnsan suretinde' çıkmasını biraz daha açıklamakta fayda var. 'Şeytan gibi' sözü halk arasında da kullanılan bir benzetmedir. Peki nasıl 'şeytan gibi' olunur? Bir insan şeytanın özelliklerini üzerinde taşıyorsa o insana 'şeytan gibi' demek çok yerindedir.
Münafıklar da, daha önce bahsedildiği gibi şeytanın tüm özelliklerini üzerlerinde taşıdıkları için, tam yerinde bir benzetme ile 'şeytan gibi'dirler. Üstelik kendileri gibi olan insanları da rahatlıkla teşhis edebilme yeteneğine sahiptirler. Karşılarındaki kişide kendileri ile ortak bir yön görüyorlarsa bu kişiye karşı da gerçek yüzlerini gösterebilirler.

İşte bu aşamada münafıklar, müminlerin yanından ayrılıp kendilerine benzer kişilerin yanına gittiklerinde, 'şeytanlarıyla başbaşa kalmış' olurlar. Ve kendi aralarında, ileride de bahsedileceği gibi, gizli toplantılar yaparak, gizli fısıldaşmalarda bulunarak peygambere düşmanlık, isyan gibi çeşitli ahlaksız, aşağılık ve sinsi planlar hazırlarlar. Ancak unutmamak gerekir ki, bu planların hepsi en baştan bozulmuş olan tuzaklardır ve münafıkların müminlere maddi veya manevi zarar verebilmeleri asla mümkün değildir.



MÜNAFIK NEDEN İBADET EDER, NEDEN MÜMİNLERLEBİRLİKTE OLUR?



Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahitlik eder. (Münafikun Suresi, 1)


Münafıkların şeytanla ortak özellik gösterdikleri 'sapkın ve esrarengiz isyan' konusunu önceki bölümde inceledik. Ayrıca münafıkların -dinsizlerden biraz daha farklı olarak- Allah'ın varlığını bilen ama O'nun emirlerine uymayan, üstelik bunu yaparken de kendilerini deşifre etmemeye çalışan ve inananlardan gerçek karakterlerini saklayıp, onlara kendilerini dindar olarak tanıtmaya uğraşan 'garip' mantıklı kişiler olduklarını gördük.

Bu aşamada şu soru akla gelmektedir. Gerçekte imanı kalplerinde yaşamadıkları halde neden iman etmiş gibi görünürler?

Çünkü münafıkların konumu diğer inkarcılardan farklıdır. Münafık Kuran'da anlatılanları yeterli derecede anlamıştır.  Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmek için, ayetlere tam olarak uyması gerektiğini öğrenmiştir. Bunu da kendi diliyle tasdik eder. Ancak kalbindeki, dilindekiyle bir değildir. Kalbinde inançsızlığı, isyanı, fıskı barındırdığı halde, dilinde Allah'ın adını taşıması münafıklığının en büyük göstergesidir.

Aslında inançlı bir insanın münafıkların bu karanlık ruh halini tam olarak kavraması pek mümkün değildir. Çünkü Allah korkusu olan bir insanın, söyledikleriyle yaptıkları her zaman birdir. Dolayısıyla münafıkların ikiyüzlülükleri, sahtekarlıkları inananları ancak şaşırtır. Fakat yine de Kuran'da müminlere bildirildiği kadarıyla münafıkların bu karanlık ruh halleri ile ilgili bazı sebepler sayılabilir.

1) Maddi menfaat sağlamak isterler

Münafığın müminlere dost gibi görünmesinin en büyük nedenlerinden biri, kendisine maddi çıkar sağlama arzusudur. Müminler Allah'ın kendilerine verdiği lütuf sayesinde manevi olduğu gibi, maddi bir güç ve iktidara da sahiptirler. Bunun örneği tarihte çok görülmüştür. Kuran'daki birçok ayette Hz. Süleyman (as)'ın, Hz. Muhammed (sav)'in, Hz. Davut (as)'ın, Hz. Zülkarneyn (as)'ın ve daha pek çok elçinin sahip oldukları maddi güç ve iktidardan bahsedilmektedir. Örneğin Hz. Süleyman (as)'la ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. 'Ey Davut ailesi, şükrederek çalışın' kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13)

Hz. Süleyman (as)'ın sahip olduğu kaleler, heykeller, büyük çanaklar ve kazanlar, hiç şüphesiz dönemin ihtişamını ve zenginliğini ifade etmektedir. Bir başka ayette de Hz. Süleyman (as)'ın, ileri bir teknoloji kullanılarak zemini saydamlaştırılmış bir köşke sahip olduğundan ve büyük bir mülkün sahibi olan Sebe Melikesi Belkıs'ın bu köşkten son derece etkilendiğinden şöyle bahsedilmektedir:

Ona : 'Köşke gir' denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: 'Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir. (Neml Suresi, 44)

Kehf Suresi'nde ise, ilim ve iktidar sahibi bir mümin olan Hz. Zülkarneyn (as)'ın sahip olduğu güç şöyle anlatılmaktadır:

Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik. (Kehf Suresi, 84)

Nisa Suresi'ndeki başka bir ayette de, Kuran'da güzel ahlakıyla çok övülen Hz. İbrahim (as)'ın ve ailesinin büyük bir mülkün sahibi olduklarından bahsedilmektedir. Bunlardan başka, Allah'ın iman edenlere, onları daha önce 'ayak basmadıkları' yerlere varisçi kılacağına dair vaadi vardır. Ayette şöyle bildirilir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık olanlardır. (Nur Suresi, 55)

Allah vaadini her zaman gerçekleştirmiştir. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:

Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır.) (Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp yok oldu gitti. (İbrahim Suresi, 14-15)

Allah'ın müminleri her zaman desteklemesi münafıklara müminlerle birlikte olduklarında bir menfaat sağlayabileceklerini düşündürtür. İşte bu nedenle -din ahlakıyla gerçek anlamda alakaları olmadığı halde- müminlerle olmak hoşlarına gider.

Fakat müminler, sahip oldukları mal ve mülk zenginliğini, münafığın yapmak istediği gibi, asla kendi çıkarları doğrultusunda harcamazlar. Zira onlar bütün malın ve mülkün Allah'ın olduğunu ve ancak O'nun yolunda harcanması gerektiğini bilirler. Bunu er geç fark eden münafık, müminlerin zenginliğinden kendine bir pay elde edemeyeceğini iyice kavradığında, onlardan ayrılma kararını almıştır bile...

Ayrıca zenginlik sahibi olan müminlerin ticari imkanları da çok geniştir. Bu imkanları da münafıkları derinden etkiler. Hatta birçok münafık, bazı ibadetleri (namaz, oruç, zekat gibi) yalnızca Müslümanlar arasında güvenilir bilinmek ve bu sayede onlar arasında geniş ticaret imkanı bulabilmek için uygular.Allah Kuran'da münafıkların ticaret konusundaki hırslarını ve bunun, onların en önem verdikleri konuların başında geldiğini şöyle haber verir:

Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: 'Allah'ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır.' (Cuma Suresi, 11) 

Elbette ki, bu riyakar davranışlarda bulunan münafıklar umduklarını bulamayacaklar, dünyada kazandıkları zararın yanı sıra, ahirette de hüsrana uğrayacaklardır.

2) Çevrelerini ve prestijlerini artırmak isterler

Ahlakları, kültürleri ve saygınlıkları dolayısıyla müminlerin çevresi geniştir. Aynı zamanda yaşadıkları toplumun ileri gelenlerine din ahlakını anlattıkları için onlarla yakın bağlantıları da vardır. Bunun yanında fikri mücadele içinde oldukları belli bir zümre hariç, halkın arasında da geniş kitleler tarafından çok sevilirler. Ve bu sevgi, inananların yeryüzü üzerindeki gücü ve hakimiyeti arttıkça çoğalır. Gittikçe artan destekle birlikte içinde yaşadıkları toplumda saygınlıkları, diğer insanlardan çok farklı bir 'kaliteye' sahip oldukları, çok üstün bir ahlakı yaşadıkları da açıkça anlaşılmaya başlar.

Müslümanlar güzel ahlakları ve görülmemiş kararlılıkları dolayısıyla haklı bir şöhrete de sahiptirler. Örneğin Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın kararlılığı ile genç yaşında halk arasında yayılan haklı ünü ve tanınmışlığı ayette şöyle bildirilir:

"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. (Enbiya Suresi, 60)

Yine başka ayetlerde Allah'ın elçileri için şu şekilde buyrulmaktadır:

Ve derlerdi ki: "Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?" (Saffat Suresi, 36)

Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? (İnşirah Suresi, 4)

İşte tüm bu şan, şöhret ve tanınmışlıktan etkilenen zayıf karakterli münafıklar, müminlerle birlikte olarak bir şahsiyet kazanmaya çalışırlar. Onlarla beraber olurlarsa kendilerinin de çevrelerinde onlar kadar etkileyici ve şahsiyetli tanınacaklarını düşünürler.
Ancak elbette Allah onlara, inananlarla birlikte oldukları süre içinde çıkardıkları fitne ve bozgunculuk sebebiyle, umdukları şanı değil, hak ettikleri aşağılanmayı tattırır.



MÜNAFIKLARIN ÖZELLİKLERİ

   

Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. (Bakara Suresi, 27)

Münafığın kelime anlamlarından biri 'karışıklık ve bozgunculuk çıkaran'dır. İçinde bulundukları mümin topluluğun arasına giriş sebepleri de, asıl olarak budur. Yaptıkları ahlaksızlıkta kararlıdırlar. Her fırsatta müminlerin düzenine karşı bir hareket yapmayı adeta görev edinmişlerdir. Mümin olmadıkları halde kendilerini mümin gibi göstermeye ve bu sayede onların imkanlarından faydalanmaya çalışan münafıklar, başlarına bir zorluk veya sıkıntı geldiğinde hemen onlardan ayrılır ve karşı cepheye geçerler; gerçek karakterleri ancak zor zamanlarda ortaya çıkar. Bu durum, müminlerin yanında, menfaatleri doğrultusunda kaldıklarının açık bir göstergesidir. Bu çirkin karakterin Kuran ayetleri ile tanıtılmış yüzlerce özelliği vardır. Yalnız münafık karakterini tanımak için, öncelikle Allah'a olan inançlarının samimi olmadığını bilmek gerekmektedir.

Allah'a ve ahirete inançları yüzeyseldir

Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insan, Allah'a iman etmekle, O'nu tek olarak İlah edinmekle ve O'na ibadet etmekle yükümlüdür. Bundan dolayı da, Allah'ın sözü olan   Kuran'a ihtiyacı vardır.

Ancak kendisine henüz hiçbir ilim gelmemiş yani Kuran'a hiç davet edilmemiş kişinin üzerindeki yükümlülük elbette ki bir değildir. İkinci grup, Allah'a karşı ibadetlerini yerine getirmekle 'tam anlamıyla' sorumludur. Münafık, Allah'a inandığını ve Kuran'ı kabul ettiğini söylemekle bu büyük sorumluluğun bilincindedir. Öncelikle, Allah için yaşaması gerektiğini öğrenmiştir. Müminlerin arasında kaldığı süre içinde sürekli olarak Allah'ın ve Kuran ayetlerinin anıldığına şahit olmakta, ayrıca elçiyi de tanımaktadır. Fakat herşeye rağmen yüz çevirmektedir. Allah, bu davranışta bulunanlara şu şekilde hitap etmektedir:

Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkar ediyorsunuz?... (Al-i İmran Suresi, 101)

Yukarıdaki ayet münafıkların Allah'ın ayetlerine karşı olan bakış açılarını ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Zira Kuran'ı okumak ve dinlemek müminin imanını arttırır. Elçiyle aynı ortamı paylaşan münafığın da "inanıyorum" dediği ayetleri işittiğinde, normal şartlarda imanının artması ve kalbinin yumuşaması gerekir. Fakat o imanını artırmak değil, dünya hayatından kar ve çıkar elde etmek peşindedir. Bu nedenle de, işte bu mucize gerçekleşir; Kuran ayetlerini sürekli dinliyor ve uygulama yöntemleri kendisine sürekli gösteriliyor olsa da, kalbindeki hastalık bir türlü şifa bulmaz. Unutulmamalıdır ki sadece Allah'ı razı etmek için yapılan şeyler birer kıstas olabilir ve cenneti hak etmeye vesiledirler.

 Oysa münafığın en belirgin özelliklerinden biri, "bir şekilde" iman ediyor gözükse bile, Allah'ı razı etme konusunda gösterdiği gevşek tavırlardır. Nitekim bu zayıflık ve gevşeklik, karşısına çıkan en ufak bir zorlukta kendini hemen gösterir. Allah şöyle buyurmaktadır:

... Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 21)

Görülüyor ki, münafık zor bir zamanda daha önce verdiği sözleri unutur ve sadakatsiz bir tavır ortaya koyar. Her an alabora olup dağılmaya, göstermelik inancını kaybetmeye müsait bir yapısı vardır. Bu da, Allah'a gerçek anlamda iman etmemesi, "inanıyorum" dese de aslında ahirete kesin bir bilgiyle inanmaması nedeniyledir.

Peygamberimiz (sav) döneminde, Hz. Muhammed (sav)'in önderliğindeki müminler inkarcılara karşı savaşırlarken, aralarından bir grup, düşman karşısında imanlarını yitirmişler, Allah ve Peygamberimiz (sav) hakkında akılsızca zanlarda bulunmaya başlamışlardır; böylece gerçek yüzlerini göstermişlerdir:

İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: 'Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi' diyorlardı. (Ahzab Suresi, 11-12)

Mümin olanlar ise münafıkların gösterdiği zaafın tam tersine daha da güçlenmişlerdir:

minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: 'Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir.' Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzap Suresi, 22)

İmanlarından sonra inkara saparlar

Allah'a and içiyorlar ki (o inkar sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkar sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkara sapmışlardır ve erişemedikleri birşeye yeltenmişlerdir... (Tevbe Suresi, 74)

Münafıklar kendi aralarında çeşit çeşit olabilmektedir. Örneğin kimi, mümin topluluğunun içine yalnızca kendisine maddi çıkar sağlamak için girerken, kimi de -sırf onlara olan kininden- aralarına gelip, aleyhte planlar uygulama niyetindedir. Bunların yanında, iman ederek müminlerin aralarına katılan, ancak sonradan kalpleri katılaşarak imanlarını yitiren ve onlardan ayrılan münafıklar da var olabilmektedir. Bu tarz kişiler iman ettikten sonra niyetlerini bozmuşlar ve inkara sapmışlardır. Oysa onlar, daha önce Allah'a ve müminlere bağlılık sözü vermişler, imanlarında kararlı olacaklarına dair vaatte bulunmuşlardır. Bu ikiyüzlü davranışları Kuran'da şöyle ifade edilmektedir:

Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar... (Bakara Suresi, 27) 

Mümin topluluğunun içinden çıkarlar

Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur... (Nur Suresi, 11)

Peki münafıklar mümin topluluğunun içine nasıl girebilmektedirler? Bu sorunun cevabı Kuran'da bildirilmektedir.

Münafık kendini mümin olarak tanıtma konusunda oldukça yeteneklidir. Mümin gibi namaz kılarak, Allah'ı anarak kendini -bir süre de olsa- gizleyebilir. Kendini gizleyebilmesinin bir başka nedeni de, müminlerin hüsn-ü zanla, yani iyi gözle bakmaları, onları olumlu değerlendirmeleridir. Aralarına "ben müminim" diyerek gelen bir kişiye samimi mümin gözüyle bakmaları da, tamamen güzel ahlaklarından ve Allah'ı razı etme çabalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim çoğunlukla, başından itibaren kişinin niyetinin çarpık olduğu farkedilse bile, "belki zamanla iman edip düzelir" düşüncesiyle müminlerin arasında bulunmasına izin verilir. 

Kitabın bu bölümünde ele alınacak olan münafıkların genel özelliklerini, bu açıklamalar doğrultusunda incelemekte fayda vardır. 




KARAKTERLERİ VE RUH HALLERİ



Fitneci karakterleri vardır

Kendilerine: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde: 'Biz sadece ıslah edicileriz' derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değillerdir. (Bakara Suresi, 11-12)

Mümin sahip olduğu Allah korkusu sebebiyle, vaktini kesintisiz olarak hayır ve güzellik düşünerek geçirir. Din gününde her türlü amelinden ve düşünüp, aklından geçirdiklerinden dahi sorguya çekileceğini bildiği için, sürekli hayra yönelir.

Münafık ise hesap vereceği gerçeğinden sürekli tereddüt içinde olduğu için, aklını Allah rızası için için kullanmaz. Bütün uğraşları fesat üzerinedir. Daima bozgunculuk çıkarmak ve müminlere sıkıntı vermek ister. 

İçinde barındırdığı fitneci karakter ortaya çıktığında ise bunu yine inkar etmeye ve Allah'ın elçisini kendi düşük aklınca yalan sözleriyle aldatmaya çalışır; ama elbette başarı sağlayamaz. Çünkü Allah onların söyleyecekleri sözleri de müminlere önceden bildirmiştir:

Onlardan bir kısmı: 'Bana izin ver ve beni fitneye katma' der. Haberin olsun onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir... (Tevbe Suresi, 49)

Münafıkların tamamında fitneci bir karakter vardır. Gizli ve sinsice yollarla ya da açık açık fitne çıkarmaya çalışırlar. Fitnenin anlamı, daha önce de belirttiğimiz gibi, mümin topluluğunun içinde bozgunculuk ve karışıklık yaratmaktır. Münafıklar, bu kelimenin tam karşılığını içlerinde barındıran ve dışlarına yansıtan insanlardır. Ruhları iyiye ve güzelliğe değil, fitneye ve nifaka açıktır. 

Kuran incelendiğinde, münafıkların tarih boyunca her dönemde fitne çıkarttıkları anlaşılmaktadır. Genel özellikleri Kuran'da çeşitli örneklerle bildirilmektedir. Örneğin 'fitneci' karakter gösteren insanlar, aslında hiçbir zaman farklı birşey yapmamışlardır ve izledikleri yöntemler de her zaman birbirinin aynı olmuştur.

Kuran'da fitneci karakterine verilen bir örnek de Hz. Musa (as)'ın kavmindeki münafıkların öncüsü olan Samiri'dir. Hz. Musa (as)'ın yokluğunu fırsat bilen Samiri, kavmin içinde fitne çıkarmış, birçoğunun haktan sapmasına neden olmuştur.

Kuvveti ve onuru inkarcılarda ararlar

... 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz 'bütün kuvvet ve onur' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 139)

Münafıkların bütün değer yargıları sapkın olduğu için, inkarcılara olan bakış açıları da tamamiyle bozuktur. Allah'a inanmayan, din ahlakını yaşamayan ve yaşanmaması için mücadele eden bu insanlara karşı sevgi beslerler. Çünkü inkarcılardan bazı çıkarlar sağlayabilmektedirler ve bundan dolayı onların kıstaslarını önemli saymaktadırlar. Onlar tarafından yüceltilmek, onların değer yargılarına göre üstün konumda olmak, kendileri için en önemli ayrıcalıklardan biridir. Kuvvet ve onurun yalnızca Allah Katında olduğunu kavrayamazlar. İnkarcıların kalabalık bir topluluk olması, onları aldatır. Bu nedenle inkarcıları daha güçlü ve daha üstün sanırlar.

Ancak münafıkların bilmedikleri, daha doğrusu kavrayamadıkları bir gerçek daha vardır; o da, Allah'ın daima müminlerin koruyucusu ve destekleyicisi olduğudur. Allah inkarcılarla olan mücadelelerinde, müminleri her zaman desteklemiş, onları galip kılmıştır. Nisa suresinde bu gerçek "Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirilmiştir.

İnkarcıları dost edinirler

Onlardan çoğunun inkara sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün... (Maide Suresi, 80)

Allah müminleri, inkarcıları dost edinmekten men etmiştir. Bunun nedeni de açıktır; inkarcılar, Allah'a inanmamakla, O'na yönelmemekle, O'nun ayetlerinden yüz çevirmekle, dost edinilmeyecek bir karaktere sahip olduklarını ispatlamaktadırlar. Ahireti tamamen unutmuşlardır. Şeytani bir içgüdüyle karşılarındakilere de dünyayı sevdirmeye çalışırlar. Onların bu yönlerini çok iyi bilen müminler, inkarcılardan uzak durur, onları asla dost ve sırdaş edinmezler.

Münafıklar ise inkarcıları dost bilip, Allah'a inanan, hayatlarını O'nun rızası için çalışarak geçiren, son derece samimi ve temiz insanları düşman edinirler. Ayette "Onlar müminleri bırakıp kafirleri dost edinirler..." (Nisa Suresi, 139) denmektedir. Bunun nedeni, münafıkların inkarcılarla temelde aynı özellikleri taşıyor olmalarıdır. Her iki grup da Allah'ı inkar ederek ahireti unutmakta ve çevrelerindeki insanları da bu doğrultuda yönlendirmeye çalışmaktadır. Daha önce açıkladığımız gibi her iki grup da 'şeytanın fırkasıdır ve ona hizmet etmektedirler.

Güvenilmez insanlardır

Buraya kadar anlatılmış olan bütün özelliklerinden anlaşıldığı gibi, münafıklar son derece güvenilmez insanlardır. Müminlerin arasındadırlar, ama onlara düşmandırlar. Üstelik bu düşmanlıklarını içlerinde gizlemektedirler. Sahtekarca davranışlarının bir belirtisi olarak içlerinde gizledikleri bu düşmanlık, onların sinsiliğinin ve vefasızlığının açık bir göstergesidir. Dolayısıyla güvenilirliğe dair en ufak bir alamet dahi göstermezler ve verdikleri sözlere asla sadık kalmazlar. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Bunlar, içlerinden anlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her defasında ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar. (Enfal Suresi, 56)

Daha önce belirttiğimiz gibi 'fitne' ve 'fesat' çıkarmaya olan düşkünlükleri onların güvenilmezliklerini tasdiklemektedir. Herhangi bir zorluk, sıkıntı anında bu kişilerin sözlerine itimat ederek hareket etmek müminler için mümkün değildir. Aksine böyle dönemlerde müminlerin en çok dikkat etmesi gereken, içten içe sinsice bir faaliyet yürüten bu insanlardan Müslümanları korumaktır. Güvenilmezlikleri genellikle zorluk anlarında daha da belirginleşen münafıklar hakkında Kuran ayetlerinde onların gerçek karakterleri müminlere haber verilmekte ve müminler dikkatli olmaya çağırılmaktadır. 

Onlar (hiç) bir mümine karşı ne akrabalık bağlarını, ne de sözleşme hükümlerini gözetip tanırlar... (Tevbe Suresi, 10)

Yalan söylerler

Münafıklar yalanı alışkanlık haline getirmişlerdir. Hiç düşünmeden hesapsızca yalan söylerler. Oysa Allah insanları yalan söz söylemekten sakındırmakta, onları yalana karşı uyarmaktadır:

... Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. (Hac Suresi, 30)

Münafıklar ise Kuran'da, "... Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir" (Tevbe Suresi, 107) ayetiyle bildirildiği gibi sürekli olarak yalan söylemektedirler. Yalan, samimiyetsizliklerinin açık bir belirtisidir. Ayrıca sürekli yalan söylemeleri kendi karanlık ruh halleri açısından çok doğaldır. Çünkü kalplerinde hiç yaşamadıkları bir sistemin içerisinde hayatlarını sürdürmektedirler. Mümin gibi davranmak, içinde yaşadıkları topluluğa karşı durup dinlenmeksizin rol yapmalarına neden olmakta, 'bir mümin gibi' yaşadıklarını, doğru olmasa da kanıtlamaları gerekmektedir. Bu durum ise kendilerini, gerçekte hissetmedikleri, yani kalplerinde olmayan şeyleri, ağızları ile söylemelerine mecbur kılmaktadır. Onların bu durumları Kuran'da şöyle haber verilir:

... Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı... (Al-i İmran Suresi, 167)

Nitekim münafıkların en bilinen yalan örneği, mümin olmadıkları halde "müminim" demeleridir. Çıkarları uğruna kolayca yalan söylerler ve karşılarındakileri aldatmaya çalışırlar. Yalanlarını söylerken de, Allah'ın adını zikrederek, O'nu şahit getirmeye kalkışırlar. Bu kişilerle ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır. (Bakara Suresi, 204)

Kalplerinde iman olmadığı halde mümin oldukları yalanını sürdürmeleri dışında da çıkar sağlamak için çok çeşitli yalanlara başvururlar. Bu yalanlarını gerek müminlere, gerekse inkar eden dostlarına rahatlıkla söylerler. Bir söz söylerken onlar için önemli olan, insanları hoşnut ederek çıkarlarını en fazla sağlayabilmektir. İnsanlara yaranmak maksadıyla söyledikleri bazı yalanlar ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)

Münafıklık edenleri görmüyor musun ki, Kitap Ehlinden inkar eden kardeşlerine derler ki: "Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiçbir zaman itaat etmeyiz. "Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz." Oysa Allah, şahidlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancıdırlar. (Haşr Suresi, 11)

Birbirini tutmayan sözler söylerler

Siz, gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz. (Zariyat Suresi, 8)

Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi münafıkların konuşmaları çelişkilerle doludur. Zira sık sık yalan söyledikleri için sözleri çoğunlukla birbirini tutmaz. Müminlerinki gibi bir akla sahip olmadıkları ve yalnızca zekalarını kullanarak konuştukları için sözlerinin çelişki dolu olması çok normaldir. Çünkü Kuran'da 'akledemeyen' bir kavim olarak bahsedilen münafıklar, akılsız olmaları nedeniyle incelikleri kavrayamayan, olaylardaki detayları göremeyen bir yapıya sahiptirler. Üstelik akledemedikleri için 'birbirini tutmaz sözlerle' ne kadar küçük duruma düştüklerinin farkına da varamazlar. Oysa kendileri hariç herkes birbirini tutmayan konuşmalar yaptıklarının farkındadır.

Tevekkülsüzdürler

İmanın en önemli alametlerinden biri, kişinin Allah'a duyduğu güven ve teslimiyettir. Kuran'da "tevekkül" olarak adlandırılan bu özellik gerçekten iman edenlerle, gerçek anlamda iman etmeyenler arasındaki en belirgin farklardan biridir.  Allah'a gerçekten iman eden kişi, karşısına çıkan her olayın, kendisi için mutlaka hayır olduğunu bilir ve tevekküllü davranır. Allah Kuran'da müminlerin bu özelliklerini şöyle haber vermiştir:

Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Nahl Suresi, 42)

Münafık ise başına gelen olaylara karşı tevekküllü değildir. O herşeyin kendi aleyhinde gelişeceğine inanır. Her an başına bir kötülük gelebileceği endişesi içinde yaşar. Bunun ardındaki ana neden, Allah'tan uzak yaşamasının bir sonucu olarak, dünyaya ait korkulara ve kaygılara kapılmasıdır.

Buna en önemli delil, kendilerince hiç hesapta olmayan zorluk zamanlarıdır. Kuran'da, mücadele dönemleri bunun için açıklayıcı bir delil kılınmıştır. Peygamberimiz (sav)'in zamanında münafıklar, savaş anı geldiğinde, Allah'a tevekkül etmemişler ve ölüm baygınlığı geçirircesine bir korkuya kapılmışlardı.

... Şayet korku gelecek olsa, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün... (Ahzap Suresi, 19)

Hani onlar size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı... (Ahzap Suresi, 10)

Allah, Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde savaş sırasında münafıkların kapıldıkları korku durumunu bir başka ayette şöyle vurgulamaktadır:

Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı. (Tevbe Suresi, 57) 

Hemen umutsuzluğa düşerler

Müminlerin en üstün özelliklerinden biri, kendilerine isabet eden bir zorluk veya sıkıntı karşısında asla umutsuzluğa kapılmamaları, sabırlı ve tevekküllü davranıp Allah'ın herşeyi bir hayırla yarattığına gönülden iman etmeleridir. Nitekim müminler çok önemli bir gerçeği kavramışlardır. Bu, Allah'ın herşeyin, her olayın, her anın Yaratıcısı olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla başlarına gelen olay, mutlaka Allah'ın kontrolünde olacaktır. Bu durumda müminler, kendilerine isabet eden güçlükleri, birer sıkıntı veya zorluk unsuru olarak değil, hayır olarak değerlendirirler:

Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: 'Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz. (Bakara Suresi, 156)

Münafık müminin tam tersine, başına gelen her olayı kendi aleyhine olarak değerlendirir. Hiçbir şekilde mutlu olmaz, olaylara hep olumsuz gözle bakar. Kendi aleyhinde gibi görünen bir olay karşısında sabır gösterip tevekkül etmeyi bilmez ve derhal umutsuzluğa kapılır. Zira beklentisi Allah'tan değildir; Rabbimizin sonsuz gücünü takdir edememektedir. Kendilerinden yardım umduğu insanlar ve dünyada elde etmeye çalıştığı çıkarları da beklentilerini karşılamamaktadır. Dolayısıyla münafığa hakim olan umutsuz ruh hali, yanlış beklentilerinin doğal bir sonucudur.

Münafık, yaşamı içinde sürekli güzel gördüğü şeylerin kendisinin olmasını ve istediği herşeyin gerçekleşmesini arzu eder. Olaylar bu yönde geliştiği sürece de 'normal' davranır. Ancak elbette istediği şeyler her zaman gerçekleşmez ve bu durumda da açıkça bir nankörlük göstererek umutsuzlaşır. İşte Allah'a tam bir teslimiyetle iman etmeyenlerin ve kalplerinde hastalık bulunanların bu özelliği aşağıdaki ayetle bildirilmiştir:

İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır. (İsra Suresi, 83)

Kibirlidirler

Onlara: 'Gelin Allah'ın Resulü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin" denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün. (Münafikun Suresi, 5)

Kibir şeytana uymanın, alçakgönüllü ve tevazulu olmak ise imanın getirdiği özelliklerdir. Kitabın başlarında da anlatılmış olduğu gibi, münafık haksız yere bir kibir ve büyüklenme içindedir.

Mümin, aklıyla ve imanıyla herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu, kendisinin Allah'a karşı acz ve fakr içinde olan bir 'kul' olduğunu anlamıştır ve bu nedenle de asla büyüklenmez. Ancak, iman, akıl ve kavrayış açısından zayıf olan münafık kendini beğenir ve eksikliklerini görmez.
Oysa, kendinden milyonlarca kat küçük bir virüse yenilen, göremediği ve karşı koyamadığı bir mikrop yüzünden hastalanıp yatağa düşen, yaşı ilerledikçe elleri, dizleri titreyen, doğru dürüst yürüyemeyecek kadar aciz olan bir varlıktır insan... Elbette ki bu durum apaçık ortadayken, tevazu esas olmalıdır. Fakat kavrayamayan ve akledemeyen münafıklar, sanki bütün bu gerçekler kendileri için geçerli değilmiş gibi davranıp, hiç de hakları olmadığı halde büyük bir kibir ve büyüklenme içinde yaşarlar. Bu halleriyle de, hem Allah'ın Katında, hem de aklı selim insanların gözünde küçük düşerler. Allah böyle kişilerin durumlarını bir ayette şöyle bildirmektedir:

... İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız. (Ahkaf Suresi, 20) 

Kıskançtırlar

Yoksa onlar Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.. (Nisa Suresi, 54) 

Münafıkların bir başka şeytani özellikleri de kıskanç olmalarıdır. Başkalarının sahip oldukları üstünlükleri kabullenemezler. İyi olan herşeye yalnızca kendilerinin layık olduğunu düşünür, bu nedenle, her türlü nimeti kıskanırlar. Kıskandıkları kişiler de genellikle müminlerdir. Müminlerin sahip oldukları akıl, heybet, zenginlik, haset ettikleri konuların başında gelir. Bu kıskançlık, içlerindeki kinin daha da artmasına da sebep olmakta, bu yüzden müminlerin inkara sapmasını içten arzu etmektedirler. 

Tartışmacı ve saldırgandırlar

... Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. (Zuhruf Suresi, 58)

İnkarcılar gibi tartışmacı olan münafıklar, güzel sözden de anlamazlar. Onlar ancak kavgadan, tartışmadan zevk alırlar ve işlerini saldırganlıkla halledebileceklerini zannederler.   Kuran'da münafıkların bu yönleri de şöyle haber verilmiştir:

Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, zorba, saygısız, sonra da kulağı kesik... (Kalem Suresi, 10-13)

Ölçüyü taşırırlar ve sınır tanımazlar

Allah'tan korkan kişi, O'nun sınırlarını korumaya karşı derin bir hassasiyet içerisinde olur. Allah'a karşı en ufak bir kusurda bulunmak istemez. Münafıkların ise böyle bir titizliği yoktur. Ahiretten yana kuşku içindedirler ve hesap vereceklerine iman etmediklerinden dolayı rahatlıkla Allah'ın sınırlarını aşıp, ölçüyü taşırırlar. Din gününü unutan kişilerin nasıl insanlar oldukları Kuran'da şöyle bildirilir:

Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz. (Mutaffifin Suresi, 11-12)

Allah'tan korkmayan, O'nun sınırlarına göre yaşamayan insanlar her türlü günaha ve ahlaki dejenerasyona açıktırlar. Kimi insanlar kendine göre birtakım sınırlar çizmeye kalkışsalar da, bu sınırlar yine de hakka uygun olmaz. 

Bu özelliği gösteren münafıklar da, rahatça en dejenere hayat şeklini benimseyecek yapıdadırlar. Kulluk ettikleri şeytan onları kolaylıkla yoldan çıkarıp, en uç noktalara doğru sürükleyebilir. Allah'ı için için inkar halinde olduklarından, Allah'ın azabı onlar için caydırıcı bir unsur olmaz. Haddi aşmada hiçbir sınırı olmayan bu insanların kurdukları düzen ise, kuşkusuz   Allah'ın düzeni karşısında bozulmaya, yok olmaya mahkumdur. 

Nankördürler

Nankör olduklarının en büyük göstergesi, aralarında bulundukları müddet içinde kendilerine hep iyi gözle bakan, yardımcı olmak için çaba gösteren, Allah'a imana davet eden, ahirette sonsuz azaptan kurtulmaları için öğüt veren müminlere kin ve öfke duyarak onlara karşı cephe almalarıdır. İnkarcılarla birlik olup müminlere karşı tuzak kurmaya girişmeleri de, nankörlüklerinin açıkça fiiliyata dökülüşüdür. Ancak elbette bu yaptıkları onların yanına kar olarak kalmayacak, aksine ahirette sonsuz bir azapla karşılık göreceklerdir. Allah özellikle münafıklara öğüt veren, onları Allah'ın dinine davet eden elçiye karşı yapılan nankörlüğü kesinlikle affetmeyeceğini bildirmektedir:  

Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır... (Tevbe Suresi, 80) 

Çoklukla övünürler

(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu), mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. (Tekasür Suresi, 1-2)

Münafıkların övünç kaynakları, sahip oldukları geçici  dünyevi değerlerdir. Bu değerlerle (güzellik, maddi zenginlik) övünüp insanlara gösteriş yaparlar. Bunu yaparken fark edemedikleri çok bir önemli gerçek vardır. Bunların hiçbirinin sahibi kendileri değildir, sahip oldukları herşey Allah'ın kendilerine geçici bir süreliğine onların azabını artırmak için verdikleridir. 

Övünç duydukları bir nokta da, inkarcıların sayılarının müminlerden daha çok olmasıdır. Akılsızlıklarından dolayı, bununla ilgili kavrayamadıkları bir gerçek ise, Allah'ın bunu Kuran'da zaten bildirmiş olduğu ve bunun müminlerin aleyhine değil, lehine olduğudur. Zaten aklın gerekleri ile hareket eden küçük bir topluluğun, akılsızca davranan kalabalık bir topluluğa mücadelede her zaman üstün geleceği ve onlardan çok daha avantajlı olacağı herkesçe bilinen bir gerçektir. 

Nimet verilince şımarıp sevinirler

Kendilerini akılsızca çok beğenen, her zaman en üstün ve en akıllı olduklarını zanneden münafıklar, kendilerine nimet verildiğinde "nihayet değerlerinin anlaşıldığı" zannına kapılarak daha da şımarırlar. Örneğin, müminler onlara öğüt verdiği, hatalarını eleştirdiği zaman öfkelenen ve umutsuzluğa kapılan münafıklar, en ufak bir ilgi, saygı gördüklerinde birdenbire haksız yere büyüklenmeye, saygıya uygun olmayan tavırlarda bulunmaya başlarlar. Veya taklidi olarak gösterdikleri güzel bir tavır sebebiyle övülürse, aniden kendilerini herşeyden müstağni görmeye, karşılarındaki insanları ise küçük görmeye başladıkları hissedilir. Aynı ruh halleri maddi olarak ellerine geçen nimetler karşısında da ortaya çıkmaktadır.
Oysa Allah onları denemek için nimetini artırmaktadır, fakat onlar bunun farkında değildirler. Allah'ın düzenini kavrayamayan bu topluluğun ruh hali ve sonları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. (Enam Suresi, 44) 

Nimetleri üstünlük konusu edinirler

Münafıkların kendilerine verilen nimetleri üstünlük konusu edindikleri Rabbimiz'in Kuran'da bildirmiş olduğu Karun kıssasında da açıkça görülmektedir. Allah'ın deneme için çok bol servet verdiği Karun, elindeki nimetlerden dolayı şımararak, bunları kavmine karşı üstünlük konusu edinmiştir. Oysa servetini hak ettiğini düşünmekte, bunların Allah'tan gelen büyük nimetler olduğunu hesaba katamamaktadır. Bu, elbette Allah'ın şanını gereği gibi takdir edememesi ve kendi acizliğinin farkında olmamasından kaynaklanmaktadır. Karun'un durumu, aynı mantığa sahip münafıklar için Kuran'da verilmiş önemli bir örnektir.  

Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: 'şımararak sevinme, çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez. (Kasas Suresi, 76)

Korkak karakterlidirler

Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur. (Tevbe Suresi, 56)

Garip, şeytani bir mantığı üzerlerinde taşıyan münafıklar aslında hiç de dışarı yansıtmaya çalıştıkları gibi cesur bir karaktere sahip değildirler. Savaş ve zorluk anları kalplerindeki hastalığın ortaya çıkması açısından önemli zamanlardır. Örneğin, Peygamberimiz (sav) döneminde savaşa çağırıldıklarında mutlaka bu çağrıya icabet edeceklerine dair sözler veren münafıklar, savaş çıkar çıkmaz insanlara karşı duydukları şiddetli korku sebebiyle arkalarını dönüp kaçmışlardır. Bu da onların korkak karakterli olduklarına apaçık bir delildir:

... Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi -hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler.... (Nisa Suresi, 77)

Fiziken ve ruhen pistirler

Münafıkların "cahiliye dini"nin mensupları olduklarından daha önce söz etmiştik. Bu batıl dini yaşayanlar, Allah'ın insanlar için seçip beğenmiş olduğu yaşam şeklinden uzak bir hayat sürerler. Bu hayatın kurallarını, şeytanın ilhamıyla belirlerler. Birbirlerini maddi kıstaslara göre değerlendirmeleri, birbirlerini kıskanmaları ve daha yüzlerce şeytani davranış bu batıl dinin kaidelerini oluşturmaktadır.

Bu davranışlarının sonucunda ortaya çirkin bir cahiliye ruhu çıkar. Sürekli kötülük tasarlayan, olaylardaki hayrı ve hikmeti hiçbir zaman göremeyen, insanların aleyhinde faaliyet sürdüren, adeta 'şeytanın ruhunu andıran bir ruhtur bu.

Nitekim içlerinde böylesine çirkin bir ruh hali yaşayan münafıklar için Allah şöyle hüküm vermektedir:

Onlara geri döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz için Allah'a and içecekler. Artık siz onlara sırt çevirin. Onlar gerçekten pistirler. Kazanmakta olduklarının bir cezası olarak, barınma yerleri cehennemdir. (Tevbe Suresi, 95)

Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi, bu kişilerin fizik anlamda da temiz bir yapıya sahip oldukları söylenemez. Nitekim ruh ve fizik güzellik, birbirleriyle yakından bağlantılı iki kavramdır. Kalbinde kötülük olanın elbette ki yaşantısı da pis olacaktır. Ayrıca Allah, kalplerindeki hastalık sebebiyle pisliklerini artırdığını da bir ayette şöyle bildirmektedir:

Kalblerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip arttırmış ve onlar kafir kimseler olarak ölmüşlerdir. (Tevbe Suresi, 125)

Kalplerindeki hastalık sebebiyle ruhlarında oluşan karanlık, yüzlerinde de kendini gösterir. Bu kişilerin yüzleri Kuran'da Allah'ın bildirdiği üzere "sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir." (Yunus Suresi, 27) Müminlere verilen 'nur' bakanlara ferahlık verirken, münafıkların yüzlerindeki karanlık ifade özellikle dikkat çekicidir. 

Cimridirler, cimriliği emrederler

Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar... (Tevbe Suresi, 67)

İnfak etmek, Kuran'da emredilen, Allah'ı razı edecek ibadetlerden biridir. Allah birçok ayetle infak etmenin önemini bildirmekte ve buna özellikle, infak eden kişinin kendisinin ihtiyacının olduğunu haber vermektedir. Zira infak eden kişi, ahiretteki derecesini, cennetteki yerini artırmak için infak etmektedir. Allah, Kendi Katından nimetlerini müminlere bolca vermektedir. 

Ancak bu önemli ibadetin kendileri lehine olacağını kavrayamayan münafıklar infak etmeye asla yanaşmazlar. Zira bütün çabaları maddi imkanlarını arttırmak olduğu için, infak ettikleri takdirde büyük bir kayba uğrayacaklarına inanırlar. Onların amacı zaten kendi akıllarınca mümin topluluğunu dağıtmak, onları birbirlerinden ayırarak din ahlakının yaşanmasına engel olmaktır. Bu amaçlarının hiçbir zaman başarıya ulaşamayacağı ise Allah'ın vaadidir. Amaçlarına ulaşmak için ne kendileri maddi veya manevi mümin topluluğuna fayda sağlamak isterler ne de müminlerin birbirlerine fayda vermesini kabul edebilirler. Onlar hem kendileri cimrilik yaparlar hem de etraflarına cimriliği tavsiye ederler.

Mümin topluluğunun hiçbir şeye muhtaç olmadığının,   Allah'ın yardımının hep onlarla beraber olduğunun şuuruna varamayan bu kişilerin, insanları nasıl cimriliğe davet ettikleri şöyle bildirilir:

Onlar ki: "Allah ve Resulü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler" derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar. (Münafikun Suresi, 7)

Kendilerinin hoşlanmadıkları şeyleri infak ederler

... Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır. (Bakara Suresi, 267)

Münafıklar infakta bulunsalar da, infakta bulundukları şeyler ancak hoşlanmadıkları şeylerden ibaret olur. Bu aynı zamanda batıl cahiliye dininin de çirkin bir kuralıdır. Aynı kuralı devam ettiren ve sadece müminlere gösteriş yapmak amacıyla zaten işlerine yaramayan şeyleri infak eden münafıklardan, harcadıkları şeyler de hiçbir şekilde kabul edilmez. Allah Kuran'da bunun nedenini şöyle açıklamaktadır:

İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir. (Tevbe Suresi, 54)

Keskin dillidirler


... Korku gidince hayra karşı oldukça düşkünlük göstererek, sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu Allah'a göre pek kolaydır. (Ahzap Suresi, 19)

Korkak ve zayıf yapılarına rağmen keskin dilleriyle müminlere saldırmaya, onları sözleriyle incitmeye çalışırlar. Bunu yapmaya cesaret buldukları ortam ise, ilginçtir ki, güvenliğe kavuştukları kendilerince herhangi bir tehlike durumunun söz konusu olmadığını zannettikleri bir ortamdır. Ayette belirtilen 'korku gidince' ifadesi bu durumu açıklamaktadır. 
Bütün bu tavırlarının kaynağı şeytandır. Bilindiği gibi şeytan, insanların doğru yollarına oturup, onlara zarar vermeye çalışır. Münafıklar da şeytandan örnek aldıkları bu yönleriyle, müminlere sözle zarar vermek, onları tedirgin etmek için uğraşırlar ve bunun için her fırsatı değerlendirirler. Ancak hiçbir şekilde müminlere zarar veremezler.

Şüphe İçindedirler

... Çünkü onlar kuşku verici bir tereddüt içinde idiler... (Sebe Suresi, 54)

Münafıklar kalplerinde sürekli olarak bir şüphe duyarlar. Bu şüphe, Kuran, elçi, ahiret gibi dinin temel konularına yöneliktir.

Kalplerinde taşıdıkları hastalıktan dolayı vicdanları da bir türlü rahat edememektedir. Bir yanda müminlerin Allah'a olan bağlılıklarına şahit olmakta, bir yanda da kendi nefislerinin sahtekarlığını görmektedirler. Nitekim Allah, Peygamberimiz (sav) döneminde Müslümanlardan ayrı olarak onlara karşı bir mescid kuran münafıkların, kalplerindeki hastalıktan kaynaklanan şüphelerinin daima sürüp gideceğinden şöyle bahsetmektedir:

Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir... (Tevbe Suresi, 110)

İnsanlara karşı da güvensizdirler. Herkesten şüphelenir, her an birilerinin kendilerine bir oyun oynayacağından ya da onları küçük düşüreceğinden korkarlar. Öyle ki Allah bir ayette onlar için '... her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar.' (Münafikun Suresi, 4) demektedir. Bu derece endişeli bir yapılarının olması, Allah'a güvenmemeleri, O'nu dost edinmemeleri dolayısıyladır. 

Zalimdirler

... Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalim olanlardır. (Maide Suresi, 45)
Müminlerin dünyada kazanmak istedikleri başarılardan biri, insanlar arasında hakkı ve iyiliği yerleştirip, zulüm ve kötülüğü yeryüzünde ortadan kaldırabilmektir. Bu idealleri, sahip oldukları güzel ahlakın bir sonucudur. Bu zorlu göreve talip olmalarının sebebi ise Allah korkularıdır.

Cahiliye toplumu içinde hakim olan zulmü dağıtmak ve iyiliği geçerli kılmak için çaba gösteren müminlere karşı mücadeleye girişmek, üstelik bunu içlerine kadar girerek, onların aralarındayken yapmaya kalkışmak, münafıkların ne kadar zalim bir ruha sahip olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. 

İman ettikten sonra imanlarından dönen münafıklar, zulüm dolu bir dünyanın içine düşmekten kendilerini kurtaramazlar. Dolayısıyla, zannettikleri gibi huzur ve güvenlik dolu bir hayat da yaşayamazlar.

Nitekim "İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir" (Enam Suresi, 82) ayetinde de bildirildiği gibi, huzur ve güvenlik ancak iman eden ve imanlarında kararlı davranan müminlerin sahip olabileceği bir nimettir.

Dış görünüşleri aldatıcıdır

Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler... (Münafıkun Suresi, 4)

Münafıklar dünyada yaşadıkları süre içinde ahirette hüsrana uğrayacaklarının bilincinde değildirler. Aksine cennete gideceklerinden emindirler. Şüphesiz bu akılsızlıklarının ve kavramaktan yoksun bir topluluk olduklarının çok açık bir delilidir. 

Örneğin bir münafık zengin ya da görünüm olarak güzel olabilir. O, bunu kendi için bir kazanç olarak görüyor olsa da aslında bu onun için bir imtihan ve azap sebebidir. Malına, mülküne ya da güzelliğine aldanan münafık herşeyin yolunda gittiğini zannetmekte ve yaptığı fesada rahatça devam etmektedir. Oysa o farkında değilken yaptığı herşeyin hesabı tutulmaktadır ve bütün kötülükleri cehennemde karşısına azap olarak çıkacaktır.
Ayrıca daha önce de belirttiğimiz gibi Allah dünyada da onları belli bir süreye kadar yaşatmakta, zamanı geldiğinde de elçiye ve müminlere münafıkların içlerindeki karanlık ruhu göstermektedir. Böylece onların münafıklıklarını gören Müslümanlar da onların aldatıcı dış görünümlerine kanmayarak Allah'ın emrini yerine getirmekte ve onlarla mücadeleye başlamaktadırlar.

Yaratılmışların en aşağılık olanlarıdırlar

... Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar... (Araf Suresi, 179)

Allah'ın varlığını bildikleri, Kuran'ın emir ve tavsiyelerini öğrendikleri, elçiyi ve müminleri tanıdıkları halde, bütün bunlardan yüz çevirdikleri ve imanlarından sonra inkara saptıkları için Allah onları ayetteki şekilde tanımlamaktadır. İmana davet edildikleri halde iman etmedikleri ve Allah'tan gereği gibi korkmadıkları için, Allah onları hayvanlardan daha aşağılık bir karakterde yaratmıştır ve inananlara da onların bu durumunu haber vermiştir. 

Düşünmezler

Batıl cahiliye dininin en bilinen yönüdür düşünmemek... Düşünmemek yoluyla mutlu olduklarına, zihnen sağlıklı kaldıklarına kendilerini inandırmışlardır. Düşünürlerse, bunun kendilerine zarar vereceğini zannederler. Veya kimi zaman da bir şey düşünmeleri gerektiğinin bilincinde bile değildirler.

Düşünmedikleri konuların başında 'ölüm' gelir. Her an ölümle burun buruna olduklarının, Allah'ın dilediği anda canlarını alabileceğinin farkında değildirler. Onlar binlerce yıl yaşayacakları, bu dünyanın nimetlerini rahatça kullanacakları zannına kapılmışlardır.
Düşünmedikleri bir başka konu da ölümden sonraki hesap günü ve ahirettir. Hiçbiri ölümden sonra diriltileceğini ve dünyadayken yaptıklarının hesabını vereceğini, sonsuz hayatı, cennet ve cehennemi düşünmez, daha doğrusu düşünmek istemez. Hatta çoğu zaman böyle bir olaya ihtimal de vermez. 

Düşünmeye karşı kendilerini adeta mühürlemişlerdir. Bu tutumları onları 'akleden bir varlık' olma özelliğinden uzaklaştırır; en basit konuları bile akledemez hale gelirler. Düşünen insan ise her zaman doğruları arayacaktır. Nereden geldiğini, içinde bulunduğu evrenin, kendi bedeninin nasıl oluştuğunu ve tabii ki kendisinin nereye doğru gittiğini düşünür. Böylece Kuran'a kuvvetle sarılarak 'akleden' insan olma özelliğini kazanır. 

Fakat inkarcılar gibi münafıklar da, düşünmeyerek kendi gözleri önünde bir 'gaflet perdesi' meydana getirirler. Düşünmeyerek dünyayı daha rahat yaşayabileceklerini zannettikleri için, hayatlarını bomboş geçirirler. 'Düşünmeden uzak' oldukları için de içlerindeki pisliğin, karanlığın ve en önemlisi yalnızca kendilerini aldattıklarının farkına varamazlar.

Akletmezler

Bir insanın yalnızca insan görünümünde olması, insanlara ait bazı özellikler taşıyor olması, onun gerçekten akıllı bir varlık olduğuna yeterli bir delil değildir. Akıl çok farklı bir kavramdır; birtakım özellikler sonucu ortaya çıkmaktadır. Allah  Kuran'da aklın sırlarını bildirmiş, insanları bu sırlara vakıf olmaya teşvik etmiştir. Bu sırlardan bazıları Allah'a kayıtsız şartsız iman edilmesi, O'na tam bir güven ve teslimiyet duyulması, Rabbimizden başka hiçbir İlah ve yardımcı aranmaması, O'na karşı saygı dolu bir korku duyulması, O'nun bir an bile unutulmamasıdır. Bütün bunları kavrayan ve gerçek akla ulaşan insanlar yalnızca müminlerdir. 

Münafıklar ise 'akıllı'nın taklidini yapmaya çalışırlar. Ancak bu halleriyle, çok basit ve yüzeysel bir tavır sergilerler. Ne kadar taklit yaparlarsa yapsınlar, gerçek akıl alametlerini hiçbir zaman gösteremezler. Nitekim 'gerçek akıl', ancak samimi olan müminlerde oluşmaktadır. 

Münafıklar dahil tüm inkar edenler, Kuran'da 'akletmeyen' insanlar olarak anılmaktadırlar:

... Bu şüphesiz onların, akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 14)

Akledemeyen varlıklar olduklarının başka bir göstergesi de, yapılan bütün uyarılara kapalı olmalarıdır. Kendilerine ölümün yakınlığını, cehennemin acı azabını hatırlatan müminleri duymuyormuş gibi davranıp, aynı yanlış tavrı göstermeye devam ederler. Allah'ın zikri kalplerinde bir etki uyandırmaz, kendilerine hatırlatılan ayetlere duyarsız kalırlar. Bu yüzden de Allah Kuran'da onlar için şöyle demektedir:

Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler. (Bakara Suresi, 18)

Kavrayamazlar

Daha önce de değindiğimiz gibi, münafıklar düşünmeyerek şuurlarını hakkı kavramaya karşı kapatmışlar, kalplerinin üzerine adeta bile bile kilit vurmuşlardır. Allah da onların üzerlerindeki bu kilidi mühürlemiştir. Ayetlerde bu konudan şu şekilde bahsedilmektedir:

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

... Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 87)

Bir insan için olabilecek en büyük kayıplardan biri, aklını ve kavrama kabiliyetini yitirmesidir. Münafıklar sahtekarlıkları ile doğru orantılı olarak bütün akıl ve kavrayış güçlerini kaybetmişlerdir. Güçlerini kötülük ve isyan yönünde kullandıkları için, kendilerini yakından ilgilendiren en belirgin olayları bile kavrayamazlar. Buna en güzel örneklerden biri, ölümün yakınlığını kavrayamamalarıdır. İnsanın ölümlü bir varlık olduğu ve kendilerinin de eninde sonunda bir gün öleceği çok açık bir gerçek iken onlar, hala dünyadan kendilerine çıkar sağlama peşindedirler. Bu halleri, kavrayamadıklarının ve akıl erdiremediklerinin en açık örneğidir. Allah bir ayetinde onları şöyle tanıtır:

... Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir. (Tevbe Suresi, 127)

Yüzlerinden ve konuşmalarından tanınırlar

Münafıklar fark edilmemek için büyük çaba harcarlar. Fakat bunun yanında Allah, ayette elçisine şu şekilde hitap etmektedir:

Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın... (Muhammed Suresi, 30)

Açıkça görülüyor ki, münafıklar -Allah'ın dilemesiyle- elçi tarafından tanınabilmektedirler. Münafıkları ele veren ana özellikleri dengeli bir ruha sahip olmamaları ve bunun yanı sıra yüzlerinin müminlerinki gibi aydınlık, konuşmalarının da yine müminler gibi şuurlu ve tutarlı olmamasıdır. Yüzleri ayetlerde bildirildiği şekilde zillet içindedir, konuşmaları ise kalplerindeki şüpheyi ve karanlığı dışarı vurmaktadır:

Hiç şüphesiz Allah'a ve Resulü'ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar; işte onlar, en çok zillete düşenler arasında olanlardır. (Mücadele Suresi, 20)

Müminlerin yüzlerinde bir nur, samimi ve dingin bir ifade vardır. Dışarıdan da açıkça belli olan bu özellik güvenilirliğin açık bir göstergesini teşkil eder. Münafığın yüzündeki ifade ise kalbindeki reddi ve inkarı dışa vurmaktadır: 

Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. (Hac Suresi, 72)

Mutsuzdurlar

Münafıklar yaptıkları kötülükler karşısında her ne kadar bir kazanç elde etmeyi umut etseler de sıkıntı ve üzüntüden başka birşey bulamazlar. Ellerine geçen en büyük fırsatı geri çevirmişler, bu yüzden Allah'ın gazabını kazanmışlardır. Kötülükleri yapıp ettikten sonra hala mutlu olmayı bekleseler de, hayatları boyunca ve en önemlisi ahirette mutsuzluk, bereketsizlik, sıkıntı ve hüsran peşlerini bırakmayacaktır. Allah yaptıklarına karşılık verdiği cezayı şöyle bildirmektedir:

Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)

Nitekim münafıklar, her ne kadar büyüklenseler, kendilerini insanlardan üstün ve iyi konumda görseler de, aslında hayatlarını ayette belirtildiği gibi sıkıntı içinde geçirirler. Bu   Allah'ın tanınmaları için onlara musallat ettiği bir bela çeşitidir. Dünyadaki güzelliklerden zevk alamadıkları gibi ahiretten de umutlarını kestikleri için, mutluluğu tadamazlar ve sürekli bir ağlama eğilimi içinde olurlar. Bu, kimi zaman dışarıya yansıyan bir ağlama olmayabilir ancak ruhlarına hakim olan sürekli bir sıkıntı, tatminsizlik, kendine acıma, umutsuzluk gibi olumsuz duygulardır.

Kendi aralarında darmadağınıktırlar

... Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır... (Haşr Suresi, 14)

Yalnızca birbirlerini dost ve sırdaş edinmelerine rağmen aslında birbirlerine de güvenmezler. Bunun nedeni, bilinçaltlarında kendilerinin ikiyüzlü olduklarını bildikleri gibi, karşılarındaki münafığın da ikiyüzlü olduğunu bilmeleridir. Bu yüzden birbirleriyle tam anlamıyla yakın dost olmazlar. 

Kendi aralarında birlik oldukları zannedilen münafıklar, aslında aralarında hiçbir şekilde sıcak bir dostluk, sevgi ve kardeşlik yaşamamaktadırlar. Zaten kalpleri de, bu tip duyguları barındıramayacak kadar pis ve katıdır. En ufak bir zorlukta hiç çekinmeden birbirleri aleyhinde ifadeler verebilir ve birbirlerini tuzağa düşürmeye kalkabilirler. Kendi çıkarları için karşılarındaki herkesi rahatlıkla gözden çıkarabilirler.