16 Eylül 2015 Çarşamba

ALLAH'IN DİNİNE BAKIŞ AÇILARI



Münafıklar garip bir mantığa sahiptirler. Kuran'ı bilip öğrenmiş olmalarına rağmen, din ahlakına ve ahirete bakış açıları Kuran mantığının tamamen tersidir. Din ahlakı onlar için hiçbir zaman birinci plandaki konu değildir. Bu gerçekten de çok çarpık bir durumdur. Çünkü münafıklar dinsizlerden de farklıdır; dine karşı dinsizler gibi kayıtsızdırlar, ancak buna rağmen dinden ve müminlerden de bir türlü uzak duramazlar. Bu sapkın grubun mensupları Kuran'da "Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla" (Nisa Suresi, 143) şeklinde tanımlanmışlardır:

İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz. (Bakara Suresi, 14)

Münafıkların dayandıkları temel Allah'ın rızasından uzaktır. Ayetleri okumalarına rağmen, dine karşı kayıtsızdırlar ve din ahlakından da uzaktırlar. Derinlemesine anlama ve kavrama yetenekleri olmadığından, müminlerin içinde bulundukları durumu da, kendi durumlarını da analiz edemezler. Allah için yaşamayı bilmeyen, dayandıkları hiçbir temel olmadan Allah'a karşı savaş açmış kişilerdir. Bu nedenle samimi olarak iman etmiş değillerdir. En ufak bir sıkıntıda sarsılır, Allah'ın dinine karşı sadakatlerinin olmadığını açıkça gözler önüne sererler. Zor bir anda derhal inkarcılarla işbirliği içine girerler. İbadetler ve Kuran hükümleri konusundaki pervasızlıkları da bu kötü özelliklerine delil teşkil eder. 

Dine karşı gevşek olmalarına dair pek çok alamet vardır. Örneğin münafıklar, Allah'ı çok az anarlar. Bu da onların imanda ve din ahlakını yaşamada ne derece gevşek olduklarını gösteren önemli bir delildir. Yine Kuran ayetlerinden onların namaza karşı isteksizlikleri, infakı bir gösteriş aracı olarak kullandıklarını anlamaktayız. Sadece müminlere karşı gösteriş olsun diye yaptıkları bu ibadetlere yalnız kaldıklarında yanaşmıyor olmaları da bir diğer çirkin özellikleridir. Doğrusu sadece kendi çıkarları ve insanlara gösterişleri söz konusu olduğunda yaptıkları ibadetleri, tek başına kaldıklarında uygulamaları beklenemez. Bu, kendilerinde hakim olan çarpık mantığa uymamakta, din konusundaki görüşleri ile tezat teşkil etmektedir. Münafıkların tanıtıldığı ayetlerden bazıları şöyledir:

Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)

İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar, (Ma'un Suresi, 4-6)

Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o. (Nisa Suresi, 38)

Münafıklar ibadette isteksizdirler. Kararlı oldukları yegane konu, insanların rızasını kazanmaktır. İnsanların beğenisi, övgüsü, hoşnutluğu onlar için dünyada görebilecekleri en büyük karşılıktır. Yaptıklarının hepsini, bu övgüyü kazanmak için yapmaktadırlar. Dolayısıyla, müminlerle birlikte oldukları süre boyunca yapıp ettikleri bir aldanıştan ibarettir. Kendi yanılgılarının farkında değildirler, dahası kendilerince Allah'ı, elçisini ve diğer müminleri de aldattıklarını zannederler. Oysa yalnızca kendilerini aldatmaktadırlar. Hareketlerinde hiçbir zaman ihlaslı olmadıkları için de ahiretteki mükafattan yoksun bırakılırlar.

Hakkı savunmazlar

Münafıklar müminlerle birlikte oldukları süre içinde, kendilerini belli etmemek için müminleri taklit ederek rol yaparlar. Onların yaptıkları ibadetlerin bir taklidini yapmaya çalışırlar, fakat nefislerine ağır gelenlere asla yanaşmazlar. Örneğin, insanları güzel ahlaka çağırmak ve hakkı tavsiye etmek, nefislerine çok ağır gelen bir iştir. Bunun nedeni, kendilerinin uygulamadıkları bu sistemi, başkalarının da uygulamasını istememeleridir. Bu nedenle hakkı savunmaktan dikkatle kaçınırlar.

Zaten ortada çelişkili bir durum vardır; Allah'ı anmaktan kaçınan, dine ve müminlere karşı içten içe nefret besleyen bir insanın, Kuran'ın hükümlerini ve Allah için yaşamanın önemini anlatamayacağı açıktır. Güzel ahlakı yaşamadıkları için doğal olarak karşılarındaki kişilere de anlatamazlar. Zaten buna istekli de değillerdir. 

Ayrıca Allah'ın Kuran'da önemli bir ibadet olarak emrettiği 'tebliğ' asla yerine getiremeyecekleri bir ibadettir. "İyiliği tavsiye edip, kötülüğü önlemeye çalışmak", Kuran ile hatırlatmalar yapmak, münafıkların uygulayamayacakları ibadetlerdendir. Zira asıl gayeleri insanların beğenisini kazanmak olduğu için hiç kimseyle ters düşmek istemezler ve gördükleri yanlışlıklara müdahele etmezler. 

Mücadeleden geri kalmak için bahaneler öne sürerler

Münafıkların müminlerin arasında bulundukları süre içinde en temel hedeflerinin kendi menfaatleri olduğundan bahsetmiştik. Kendi menfaatleri ile en fazla çatışan konu da kuşkusuz, Kuran'da müminler üzerine farz olarak yazılmış olan mücadele zamanlarıdır. Menfaat amacı doğrultusunda kendisine bir fayda getirmeyeceğini düşündüğü ve kalben inanmadığı bir amaç uğruna mücadele etmenin bir mantığı yoktur. Üstelik kavrayamama özelliklerinin bir sonucu olarak bu mücadeleyi, uğrunda canının, malının verileceği, ancak karşılığının ahirette alınacağı bir kazanç olarak düşünmezler. Allah için fedakarlıkta bulunma, zorluklara katlanma gibi üstün ahlaki vasıfları kavrayamazlar. Peygamberimiz (sav) döneminde savaş emri gelir gelmez kaçmaya başlayan münafıklar, suçlarını örtbas edebilmek için çeşitli yalan ve bahanelere başvurmuşlardır. Bu durumu haber veren ayetlerden bazılarında şöyle buyrulmaktadır:

... Onlara: 'Gelin Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın' denildiğinde, 'Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik' dediler... (Al-i İmran Suresi, 167) 

Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)

Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı. (Tevbe Suresi, 81)

"Allah'a iman edin, O'nun elçisi ile cihada çıkın" diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım" dediler. (Tevbe Suresi, 86)

Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)

Mücadele zamanında ortaya koyulan bu tavır, çarpık münafık mantığının önemli bir delilidir. O güne kadar taklidini yaptığı mümin rolünü terk edip, gerçek karakterini ortaya çıkarır. Ancak elbette mücadele döneminden önce de kendilerini ele veren bazı deliller vardır. 
Mücadeleye yönelik bir hazırlıklarının olmaması da bu özelliklerinin önemli bir delilidir. Böyle bir amaçları olmadığı için bu yönde bir hazırlık yapmayı gerekli görmezler. Bu durum, aynı zamanda, onların planlı hareketlerinin de bir delilidir. Kasıtlı olarak ibadetleri yerine getirmemekte ve gelecek için müminlere bağımlı bir hazırlık yapmamaktadırlar. Tevbe Suresi'nde Peygamberimiz (sav) döneminde savaştan kaçınan münafıkların durumu şöyle bildirilmektedir:

Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, (savaşa) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve; "(Onlara) Siz de oturanlarla birlikte oturun" denildi. (Tevbe Suresi, 46)

MÜMİNLERE BAKIŞ AÇILARI

Münafıklar, Allah'ın dinine savaş açmış olan insanlardır. Yüce Rabbimiz Allah'ın elçisine karşı gelir, ayetleri dinlemeye katlanamazlar. Dolayısıyla, müminlere karşı bir yakınlık duymaları da beklenemez. Karşı oldukları dinin gereklerinin bir topluluk tarafından uygulanması, bu topluluğun Allah'ın ayetlerini okuyor ve uyguluyor olmaları, onlara karşı kin ve nefret duymaları için yeterli sebeplerdir.

Münafıklar kendilerini elbette gizleyeceklerdir. Gizleyebilmek için de müminler arasında rol yapacak, kalplerindekine rağmen, mümin olduklarını söyleyeceklerdir. Bu nedenle, kalplerinde müminlere karşı beliren öfkeyi, kapsamlı bir şekilde anlayabilmek ilk bakışta mümkün olmayabilir. Ancak bu öfkenin birtakım alametleri kuşkusuz ortaya çıkacaktır. Bu alametler bizlere Kuran ayetleri ile haber verilmektedir.

Müminlere kalplerinde bir kin ve öfke duyarlar

... Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışarı vurmuştur, sinelerinin dışarı vurdukları ise, daha büyüktür... (Al-i İmran Suresi, 118)

Müminlerin Kuran'a olan titiz bağlılıkları, Kuran'dan aldıkları güzel ahlakları önemli bir sevgi ve saygı unsuru olmasına rağmen, münafıklar için bunun tam tersi gerçekleşir. Güzel ahlaka dair herşey, kin ve nefretlerini daha da artırır. Çünkü din konusunda da, ahlak konusunda da bir dejenerasyon beklentileri vardır. Din ahlakının güzel gördüğü şeylerden uzaklaşmak ve bunun tam tersini uygulamak isterler. Allah'ın anılması, ayetlerin hatırlatılması, müminlerin güçlenmesi ve güzelleşmesi, karşı oldukları bu sistemin gün geçtikçe gelişmesi anlamına geldiğinden, kalplerindeki öfkeyi artırmaktadır. 

Bu öfkeyi değişik şekillerde gösterirler. Çeşitli eziyet metotları, müminlerin aleyhine yaptıkları planlar ve elçiyi hedef olarak görmeleri, kalplerindeki kinin bir sonucudur. Ancak kuşkusuz ayette de bildirildiği gibi, kalplerinde gizli tuttukları, açığa çıkan bu öfkeden çok daha büyüktür. Ama bu öfkeleriyle müminlere herhangi bir zarar verebilmeleri asla mümkün değildir.

Asıl hedefleri elçidir

İçlerindeki kinin asıl nedeni, müminlerin Allah'a ve elçisine kayıtsız şartsız itaat ediyor, sürekli Allah'ı anıyor ve Kuran'la hatırlatıp, öğüt veriyor olmalarıdır. Ölümün yakınlığı, ahiretin gerçekliği, kurtuluşun Allah'a ve elçisine itaat olduğu gibi nefislerine çok ağır gelen konuları müminlerden işittikçe, onlara karşı nefretleri ve öç alma arzuları daha da pekişir. İtaat kavramını kendilerine yediremezler, çünkü Allah'ın elçisini takdir edememekte ve şahit oldukları üstünlükler karşısında kinleri daha da artmaktadır. Bu nedenle asıl hedefleri elçidir. Dolayısıyla mücadeleleri de doğrudan elçiye yönelik olmaktadır. Kuran'da münafıkların Peygamberimiz (sav) ile mücadeleye girmeye çalıştıkları haber verilmektedir. 

Eğer seninle mücadeleye girişirlerse, de ki: "Allah, yapmakta olduklarınızı daha iyi bilir." (Hac Suresi, 68)

Tarih boyunca gelen tüm elçilere karşı bir mücadele girişiminde bulunmuş olan münafıkların bu yöndeki bütün çabaları daima sonuçsuz kalmıştır. Her dönemde gelen her elçiye karşı yapılmış olan bu girişimlerin sonuçsuz kalması, münafıkların ümitsizliğe düşüp yılgınlaşmalarına, elçinin ve müminlerin de daha da güçlenmelerine vesile olmuştur.

Müminleri aldatmaya çalışırlar

Bu kişileri 'münafık' yapan en belirgin özelliklerinin, gerçekten iman etmedikleri halde kendilerini imanlı göstermeye çalışmaları olduğunu belirtmiştik. Sadece kendileri gibi gördükleri kişilerin yanında gerçek yönlerini açığa vuran bu insanlar, müminlerin yanında sadece rol yaparlar. Fakat Kuran'da, münafıkların müminleri aldatmaya çalırken, aslında kendilerini aldatıyor olduklarından şöyle söz edilmektedir:

(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatıyorlar. Oysa onlar yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)

Kuran'da, peygamberlerin ve elçilerin dönemlerinde yaşamış olan münafıkların "iman ettik" demelerine rağmen, aslında gerçekten iman etmediklerinden bahsedilirken, bütün müminleri onlara karşı daima teyakkuz halinde olmaya sevk etmiştir:

Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla 'İnandık' diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, 'Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının' derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar,   Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azab vardır. (Maide Suresi, 41)

Münafıkların bu özellikleri yüzyıllar boyunca değişmemiştir. Kuran'da, tarih boyunca inandıklarını iddia ederek ortaya çıkan bu kişilerin varlığından bahsedilmektedir. Münafıklar her dönemde aynı özellikleri taşıdıklarından ve eylemleri de her zaman peygamberlere karşı olduğundan, yaptıkları şeyler ve karşılaştıkları son da hep aynı olmuştur. Allah'ın vaadine göre, aynı 'son'la karşılaşmaya devam edeceklerdir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. (Nisa Suresi, 60) 

Müminlerin gücünden tasalanırlar

Münafıkların müminlere karşı yapıp ettiklerinin neticeye ulaşmaması kızgınlıklarını artırdığı gibi, mümin topluluğunun gün geçtikçe güçlenmesi, tasalanmalarına neden olur. Çünkü düşman edindikleri bir topluluk, zaman ilerledikçe gücünü artırmaktadır. Aşağıdaki ayetler, münafıkların içinde bulundukları bu ruh halini açıklamaktadır:

Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse, buna sevinirler... (Al-i İmran Suresi, 120)

Sana iyilik dokunursa bu onları fenalaştırır... (Tevbe Suresi, 50)

Münafıklar müminlerin yanında onlardan çıkar sağlamaya çalıştığı halde, kendi hesapları boşa gider. Umut ettikleri gibi bir menfaat sağlayamazken, müminler sürekli güçlenirler. Bu, Allah'ın değişmeyen bir kanunudur. Allah Kendisi’ne inanıp iman edenlere, dünya hayatında yardım edeceğini ve onları nimetlerin en güzeli ile muhatap edeceğini bildirmiştir. Bu büyük gerçekten münafıklar da haberdardırlar. Ama sinsi tutumlarının bir gereği olarak, sürekli rahatlık ve huzur içinde olan müminlerin yaşamları, kendileri için öfke kaynağı halini alır. 

Müminler, münafıkların mantığını çözemedikleri bir bollukla mükafatlandırılmakta ve her zaman rahat etmektedirler. Dolayısıyla münafıklar, düşman edindikleri mümin topluğunun sürekli sıkıntı hali içinde olmalarını içten arzu ederler. Müminlere Allah'ın verdiği nimetler ve içinde yaşadıkları bolluk, kendileri için bir sıkıntı ve tasa konusu olurken, müminlerin karşılaştıkları herhangi bir zorluk da onlar için bir sevinç unsurudur. Münafıkların bu bozuk ruh hali Kuran'da şöyle haber verilir:

... Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar... (Al-i İmran Suresi, 118) 

Müminler Allah'ın imtihanına tabi oldukları için, zaman zaman zorluk gibi görünen birtakım olaylarla karşılaşabilirler. Fakat bu kendileri için birer denemedir. Zorlukların ruhlarını asilleştirdiğini, mücadele güçlerini artırdığını, cenneti haketmek için birer vesile olduğunu gayet iyi bilirler. Münafıkların bunlardan dolayı tasalanmaları, Allah için yaşamanın sırrını kavrayamamalarının ve dünyadaki imtihanın mahiyetini bilmemelerinin en belirgin delilidir. 

Müminler bu zorlukları kendileri için bir hayır vesilesi olarak değerlendirirken, münafıklar bunları, müminler için bir sıkıntı konusu, kendileri için de bir zafer olarak kabul ederler. Kendi karakterlerinin bir gereği olarak, müminlerin içinde bulundukları akıl boyutunun ve iman kuvvetinin farkında değillerdir. Sıkıntıyla karşılaşan müminlerin, morallerinin mutlaka bozulduğunu ve nihayet beraberliklerinin bozulacağını düşünürler. Bundan dolayı büyük bir beklenti ve sevinç içindedirler. Ancak beklentileri sonuçsuzdur. Allah'tan güç alan, Allah'a bağlı olan insanları takdir edememekte ve büyük bir yanılgıya düşmektedirler.

Müminlerden korkarlar

Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla O'nun sözlerini kıstas alarak yaşayan müminlerin kararlılığı, münafıkları daima huzursuz etmektedir. Müminler, cesur ve kararlı halleriyle güçlü bir imana sahip olduklarını, hiçbir şeyden olumsuz etkilenmeyeceklerini tam anlamıyla ortaya koymaktadırlar. Bu da münafıkların en çekindiği yönlerden biridir. Çünkü sarf ettikleri çabalar, detaylı planlanmış olmasına ve belli bir amaca yönelik düşünülmesine rağmen, istenen sonucu vermemektedir. 

Allah dünyada müminler vesilesi ile münafıklara korku vermektedir. Kalplerinde büyük bir kin beslemelerine rağmen, planlarının her zaman sonuçsuz kalması ve müminlerden korku duymaları, acizliklerinin en temel delilleridir. Kendisine  Allah'ı veli edinmiş olan bir topluluğun hatta tek bir insanın karşısında dahi bir güçlerinin olmadığının kendileri de farkındadırlar. Allah'a güvenmedikleri için sürekli şüphe ve huzursuzluk içindedirler. Huzursuzlukları, müminlerin kendilerine karşı mücadeleleri karşısında daha da artmaktadır. Münafıklara karşı çetin bir karşılık vermek Kuran'da müminlerin üzerine yazılmış Allah'ın bir emridir.

Ey peygamber, kafirlere ve münafıklara karşı cehd et (çaba harca) ve onlara karşı 'sert ve caydırıcı' davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o. (Tahrim Suresi, 9)

Kendilerine 'Allah'tan kork' denildiğinde büyüklenen bu topluluk, Allah'ın desteği ile hareket eden müminlerin mücadeleleri karşısında korkuya kapılmaktadır. 'Derin bir kavrayışa sahip olamadıklarından' insanlara olan korkuları daha büyüktür. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilir:

Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 13)

Allah'ın müminlerin üzerindeki korumasından habersizdirler

... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141) 

Kendi durumlarının farkında olamayan bu insanlar, yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi Allah'ın müminler üzerindeki desteğinin ve korumasının da farkında değildirler. Allah'ı takdir edemeyen bir insanın, müminler üzerinde böyle bir desteği fark edememesi doğaldır. Kendilerine, Allah'ın kesinlikle yol vermeyeceğini kavrayabilselerdi, elbette müminlerin aleyhine yaptıkları çabalarının bir faydasının olmadığını da kavrayabilirlerdi. Bunu takdir edememeleri, kavrayamayan bir topluluk oldukları gerçeğini pekiştirmektedir. Dünyada yaşadıkları süre boyunca bütün güçleri ile müminlere karşı mücadele girişimindedirler. 

Oysa Allah, ne dünyada ne de ahirette kendilerine bir çıkış yolu vermeyeceğini ve müminleri her türlü tehlikelerden koruyacağını Kuran ayetleri ile bildirmektedir. Bu ayetleri okudukları halde bu önemli gerçekten habersiz olmaları, önemli bir münafık alametidir. Müminlerin 'başıboş ve yardımsız' olduklarını düşünürler. Oysa müminler, her koşulda inkarcılara galip gelirler. Onlar Allah'ın gözettiği, bunun bir sonucu olarak da çok üstün özelliklere sahip kişilerdir. Bu gerçeği kavrayamamaları, boş ve amaçsız çabalarını gitgide artırmakta ve şüphe içinde sürgit kalmaya devam etmektedirler. 

Menfaatlerine zarar gelirse müminlerden ayrılırlar

Münafıkların, müminlerin arasında bulunmalarının başlıca sebebi daha önce de belirttiğimiz gibi, kendi menfaatleridir. Yaşadıkları rahatı bozacak, menfaatlerine olumsuz etki edecek bir durumla karşılaştıklarında ise, hemen dönerler ve müminlerden ayrılırlar. Bu anlar genellikle zorluk veya mücadele anlarıdır. Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik bir hayat yaşamadıklarından, zorluk durumunda din ahlakını yaşamaya yanaşmazlar.

Nefislerinin ilk zora girdiği anda müminlerden ayrılan bu kişilere bir örnek, Hz. Musa (as)'ın kavmindeki münafıklardır. Savaşa çıktıkları gün, asıl yüzlerini ortaya çıkarmışlar ve hem savaştan kaçmışlar, hem de Allah'ın elçisine karşı saygısız bir tavıra girmişlerdir:

Dediler ki: "Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız." (Maide Suresi, 24) 

Allah'a gerçek anlamda inanmayan ve ayetleri inkar eden bu insanların müminlerin arasında birtakım nedenlerden dolayı bulunmaları elbette ilginçtir. Bu insanların en önemli değerleri kendi menfaatleridir. Bu değer uğruna, sırf kendilerine menfaat sağlayabilmek için mümin topluluğunun arasında belirli bir süre kalabilmeyi başarırlar. Menfaatlerinin tehlikeye düştüğünü anladıkları zamanlar ise, ayrılma vakitleridir. Bu zoraki beraberliklerini belli bir süre devam ettirirler, ta ki menfaatleri zarar görene kadar... Zorluk ve mücadele anları, Allah rızası için yapılan bir mücadelede kimlerin salih olup olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Menfaati zarar gören bu kişiler için, artık müminlerle beraber kalmalarına sebep olacak bağlayıcı bir durum yoktur. Münafıkların müminlerden ne gibi menfaatler sağlama peşinde olduklarını ise, kitabın bir sonraki bölümünde göreceğiz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder