16 Eylül 2015 Çarşamba

KALPTEN ALLAH'A İMAN ETMEMELERİ



Münafıkların en belirgin özelliklerinden biri Allah'a olan imanlarının sadece dillerinde olmasıdır. Her münafık imanlı olduğunu, Allah'tan korktuğunu, ahirete ve hesap gününe inandığını iddia eder. Ancak yaşam tarzlarına, ruh hallerine bakıldığında bu iddialarında samimi olmadıkları anlaşılır.

Bu aşamada, münafıkların kalpten Allah'a iman etmediklerini anlayabilmek için şu konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir: Bir insanın Allah'a iman etmesi ne demektir?

İnsanlar Allah'a iman etmek deyince genellikle, başlangıç olarak herşeyi Allah'ın yarattığını ve sonra da insanı kendi 'aklına' terk ettiğini düşünürler. (Allah'ı tenzih ederiz) Halbuki Allah'a iman etmek bazı insanlar tarafından bilinenden çok daha derin bir konudur. Allah'a imanın getirdiği bir derinlik vardır. Örneğin iman eden kişi, Allah'ın büyüklüğünü, sonsuz gücünü, adaletini ve Kuran'da "İsimlerin en güzeli Allah'ındır" (Araf Suresi, 180) ayetiyle bildirilen tüm üstün sıfatlarını takdir edebilen kişidir. Ayrıca Allah'a iman eden kişi de O'nun sonsuz gücünü kavradığı için büyük bir Allah korkusuna ve candan bir Allah sevgisine sahiptir.

Ancak gerçek imanı kavramamış kişilerde yukarıda belirttiğimiz çarpık Allah inancı hakimdir. Nitekim inkarcıların 'kendilerine özgü' bu saçma inançları ayetlerde şöyle bildirilir: 

Andolsun onlara; "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tartışmasız; "Allah" diyecekler. De ki; "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu bilmezler. (Lokman Suresi, 25)

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi insanların bir kısmı genel olarak 'gökleri ve yeri yaratan'ın Allah olduğunu kabul etmektedirler. Fakat Allah'ı gereği gibi takdir edememekte Allah'ın her an herşeyi hakimiyeti altında tuttuğunu, gücünün sonsuz olduğunu kavrayamamaktadırlar.

İşte münafıklar da inkarcılardan bir grup olarak böyle bir imana sahiptirler. Ancak onları diğer inkarcılardan ayıran yönleri kalplerinin daha da katılaşmış olmasıdır. Zira onlar önce iman etmişler sonra inkar etmişlerdir; bundan dolayı Allah onların kalplerini imana kapatmıştır:

Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafıkun Suresi, 3)

Münafıkların Allah korkusu da yoktur. Din ahlakını bilen ve müminlerle beraberken Allah'ın tüm sıfatlarını, büyüklüğünü, gücünü bizzat zikretmiş kişiler olarak, O'nun emirlerini yerine getirmemeleri de bu pervasızlıklarının açık bir delilidir.

Amaçları çıkar sağlamak, fitne çıkarmak olduğu için ve en önemlisi de Allah'tan gereği gibi korkmadıkları için en ufak bir zorlukta çirkin yüzlerini ortaya çıkarırlar. Allah münafıkların samimi olarak iman etmediklerini ayetleriyle müminlere haber vermiştir:

İnsanlardan öylesi vardır ki, "Allah'a iman ettik" der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah'ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden 'bir yardım ve zafer' gelirse, andolsun: "Biz gerçekten sizlerle birlikteydik" demektedirler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir? Allah muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 10-11)

Allah hakkında zanlara kapılırlar

Münafıklar Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edemedikleri için Allah hakkında yanlış birtakım zanlara da sahiptirler. Yukarıda belirttiğimiz gibi özellikle bir zorlukla karşılaştıklarında Yüce Rabbimiz Allah'ı unutur, olan bitenin O'ndan bağımsız olarak gerçekleştiğini zannederler. Allah'a gerçekten iman eden bir insanda hiçbir şekilde görülmeyecek bir paniğe kapılır; Allah'ın, zorluğu kendilerini denemek için verdiğini düşünmez, hemen isyanda bulunurlar.
Nitekim Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde Allah'ın elçisiyle savaşa çıktıklarında, ölüm veya yaralanma tehlikesiyle karşılaşmış olan münafıkların, Allah hakkında bulundukları zanlardan bahsedilmiştir:

Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi" diyorlardı. (Ahzab Suresi, 10-12)

Görüldüğü gibi münafıklar bir zorlukla karşılaştıkları anda 'çok güçlü olduğunu iddia ettikleri' imanlarını kaybetmiş ve Allah'ın büyüklüğünü, gücünü unutmuşlardır. Bu da imanlarında hiçbir zaman samimi olmadıklarını ve gerçek anlamda kamil bir imana sahip olmadıklarını açıkça göstermektedir. Zira Allah'a gönülden iman eden bir insanın, nasıl bir ortamda bulunursa bulunsun, hangi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın Allah'ın gücünü unutması, mutsuzluğa kapılması, zanlarda bulunması gibi bir durum söz konusu olmaz. Çünkü Allah'a samimi bir imanla bağlanmış olan insanlar bilirler ki, Allah herşeyin Yaratıcısıdır ve kullarını hayırla da şerle de imtihan etmektedir.

Allah'ı çok az anarlar

Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden vazgeçirir. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük(ibadet)tür. Allah, yapmakta olduklarınızı bilmektedir. (Ankebut Suresi, 45) 
Yukarıdaki ayetle de bildirildiği gibi bir mümin için en büyük ibadetlerden biri Allah'ı anmaktır. Allah'a gerçekten iman eden insanlar, her an O'nun verdiği nimetler içinde yaşamlarını sürdürdüklerini bilir ve sürekli olarak O'na şükrederler. O'ndan gelecek her hayra muhtaç olduklarını, ahirette O'na hesap vereceklerini ve yalnızca Allah'ın dilemesiyle cennete girebileceklerini bilirler. Kalplerinde sürekli Allah olduğu için dillerinde de O vardır. Her fırsatta Allah'ı anar, O'nun kendilerine karşılıksız verdiği nimetleri, kainatta yarattığı mükemmel dengeyi konuşurlar.

Münafıklar ise, kalplerinde böyle bir imanı yaşamadıkları için gerektiği kadar Allah'ın zikrini de yapamazlar. Bunun nedeni, Allah'a gönülden teslim olmamaları ve O'na karşı samimi bir iman taşımamalarıdır; dolayısıyla Allah'ı anmak içlerinden gelmez. Çünkü Allah'ı anarken, gerçekte inanmadıkları hatta uygulamakla yükümlü olup uygulamadıkları pek çok şeyi zikretmiş olacaklardır. Bu da belki bir parça vicdanlarını sıkacağı için, içlerinden gelmeyecektir. Eğer taklidi olarak müminler gibi içten zikretmeye çalışırlarsa da kendilerini ele verecek ve dinleyenlerin kalbinde samimi bir etki yaratamayacaklardır. Dolayısıyla müminlerin arasında bulundukları dönem içinde, Allah'ı çok az ve yüzeysel anmalarıyla dikkati çekerler. Nitekim Allah münafıkların içindeki hastalığı ele veren bu çok önemli alameti ayetleriyle bildirmiştir:

... İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)

Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara   Allah'ın zikrini unutturmuştur... (Mücadele Suresi, 19)

Allah'a şirk koşarlar

Allah'tan bağımsız birtakım güçlerin olduğuna, bu güçlerin örneğin yaratmada, kainatın yönetiminde, hüküm vermede söz sahibi olabileceklerine (Allah'ı tenzih ederiz) inanan kişi 'şirk' koşmuş olur. Münafıkların da en önemli özelliklerinden birisi şirk koşmalarıdır. İnsanların Allah'tan bağımsız olduğuna inanan münafıklar, ne kadar inkar etseler de aslında açıkça şirk koşmaktadırlar. Bu hastalıklarını ortaya çıkaran da, Allah'ın bir ve tek olarak anılmasından hoşlanmamalarıdır. Allah'ı gereği gibi yücelterek de anmazlar. Bu da onların gerçek yüzlerini ortaya çıkaran ve Kuran'da haber verilmiş özelliklerinden biridir:

Ve onların kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini 'bir ve tek' (ilah olarak) andığın zaman nefretle kaçar vaziyette gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)

Sadece Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)

Allah'tan değil insanlardan korkarlar

Münafıkların dillerindeki iddiaları "Ben Allah'ı çok seviyorum, her yaptığımı O'nu razı etmek için yapıyorum"dur; ancak, bu sözlerinde hiçbir zaman samimi değillerdir. 
Çünkü Allah'a samimi olarak iman eden bir kişi O'na karşı yalnız sevgi değil aynı zamanda saygı dolu bir korku da duyar. Yani Allah'ı en çok seven kişi, Allah'tan en çok korkan kişidir aynı zamanda. Zira Allah'ı sevmek konunun başından beri üzerinde durduğumuz gibi O'nu 'tüm güzel isimleriyle', sonsuz gücüyle ve gerektiğinde adaletini tecelli ettirerek vereceği azapla tanımayı gerektirir. Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edemedikleri, O'nun her yaptıklarına şahit olduğunu kavrayamadıkları için de Rabbimizden korkmazlar. Eğer bir kişi 'Ben Allah'ı seviyorum ama O'ndan korkmuyorum' diye ortaya çıkarsa veya fiili olarak böyle düşündüğünü hissettirecek eylemlerde bulunursa, o kişi tam anlamıyla samimiyetsiz demektir.

Nitekim münafıkların yaşamlarına baktığımızda bu ruh halinin tüm tavırlarına hakim olduğunu görürüz. Münafık kendince 'Allah'tan korktuğunu' iddia eder, ancak fiiliyatına baktığımızda elçiye ve müminlere zarar vermeye çalıştığını, onların aleyhinde faaliyetler yürüttüğünü ve onlar hakkında kendince iftiralarda bulunduğunu görürüz. Buradan da ortaya çıkan, bu kişinin Allah'tan gerçekten korkmadığıdır. Ayrıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, kendi kafasından sapkın bir din anlayışı çıkaran ve bu çarpık dinin kurallarına göre yaşamayı kendine amaç edinen münafığın korkusu, insanların rızalarını kazanamamaktan yanadır. Nitekim o, insanların her birinin bağımsız birer güç olduğuna inanmaktadır. Hepsinin ayrı ayrı rızasını ve beğenisini kazanmak zorunda hisseder kendini.

Fakat bilmediği ve kavrayamadığı önemli bir gerçek vardır ki o da, her insanın yalnızca Allah'ın yarattığı bir "kul" olduğudur. Her biri, Allah'ın dilemesiyle var olan ve yine dilemesiyle can veren varlıklardır. Münafık bu gerçeği anlayamaz. Daha doğrusu anlamak istemez. Çünkü onun sapkın dinine göre 'insanların rızasını gözetmek' vazgeçilmez bir ibadettir. Korkuları da bu kıstasa dayanmaktadır.

İnsanlardan korkmaları ve onların rızalarını gütmeleri, zor anlarda da kendini gösterir. Kuran'da, kendilerine karşı birleşen insan topluluğunu görünce korkup yılgınlaşan münafıklardan bahsedilmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde önceden, savaşa mutlaka katılacaklarına dair vaatlerde bulunan bu kişilerin savaş emri geldiği anda insanlara karşı duydukları korku, imanlarını alıp götürmüştür:

Kendilerine: 'Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin' denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi -hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız. (Nisa Suresi, 77)

Allah'ın dinine ihanet halindedirler

Allah'tan korkmayan ve kendilerine göre farklı bir din anlayışına sahip münafıklar, dolayısıyla Allah'ın dinine bağlılık da göstermezler. Allah'ın elçisine, müminlere ve onların Kuran ahlakını yaşama konusundaki mücadelelerine sürekli ihanet halindedirler. Nitekim bu ihanetleri Kuran'da şöyle bildirilir:

Sözlerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun... (Maide Suresi, 13)

Kendisinin 'sahtekar' olduğunu bilen, Allah'ı, elçisini ve müminleri aldatmaya yönelik bir hareket içinde olan münafık sürekli olarak 'ihanet' ruhuyla yaşar. Her ihaneti, arkasından bir başkasını da getirir, çünkü münafık kendi hainliğinin farkındadır. Müminlerden kendini gizlese bile kendi kendisinden gizlenemez. Ve kendi günahına bizzat kendisi şahit olduğu için de azgınlığı giderek artar. Önce Allah'ın elçisi hakkında kötü bir söz söyler, bundan kendince bir hoşnutluk duyar. Daha sonra elçiye bir iftirada bulunur, bu da hoşuna gider. 

Çünkü gerçek dostu olan şeytanın yolunda ilerliyordur. Sonra elçiye bir tuzak kurar.... Suçu katlanarak artmaktadır. Fakat bu arada,  Allah'a, elçisine ve müminlere karşı giriştiği ihanetin ona hiçbir şey kazandırmayacağından, aksine onu cehenneme sürükleyeceğinden haberdar değildir. Buna dayanarak rahatlıkla hainlikte bulunur. Oysa dünyada karşılaşacağı belalar yanında, onu cehennemde de acı bir azap beklemektedir. Allah münafıkların sonunu bir ayette şöyle haber verir:

Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kafirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 68)

Delil olmadan Allah hakkında tartışırlar

İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol gösterici ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır durur. (Hac Suresi, 8)

Münafıkların amaçları insanları Allah'tan, O'nun dininden uzaklaştırmak, yeryüzünde din ahlakının yaşanmasına engel olmaktır. Bu yüzden de Allah'ı tanımayan ya da yüzeysel olarak iman eden bazı insanların kafalarını karıştıracak, Allah hakkında zanlarda bulunacak ve insanları da bu zanlara yönlendirecek şekilde Allah hakkında tartışırlar. Şüphesiz bu, onların akledememeleri nedeniyledir. Bu çirkin tavırlarının karşılığını hem dünyada hem de ahirette kat kat alacaklardır. Sürekli olarak fitne çıkarmaya eğilimli bir yapıları olduğu için, kendi akıllarınca insanların Allah'a olan saygılarını, korkularını yok etmeye yönelik bir faaliyet içinde bulunurlar. Ve bu ahlaksızca faaliyetlerini de sinsice sürdürürler. Şeytanın izlediğine benzer bir yöntem izleyerek kişilerin bilinçaltına hitap etmeye, akıllarını karıştırmaya yönelik konuşmalar yaparlar.

Ancak bu konuda, yalnızca kendileri gibi münafık olanları etkilemekten başka bir sonuç elde edemezler. Allah'ın yolundan saptırmak için gösterdikleri faaliyetin nasıl kendi aleyhlerine döneceğini Allah şöyle bildirmektedir:

Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla gururla salınıp-kasılarak (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır; kıyamet günü de yakıcı azabı ona tattıracağız. (Hac Suresi, 9) 

Allah'ın beğenmediği ahlak modelini güzel görürler

Münafıkların şu ana kadar bahsettiğimiz tüm özelliklerinden anladığımız gibi, Allah'ın beğenmediği her türlü tavrı üzerlerinde taşırlar. Fakat içinde bulundukları durumun vehametinden habersiz olarak, bir de Allah'ın seçip beğendiği din olan İslam ve onun hükümleri hakkında olumsuz ve sapkın düşünceler öne sürerler. Kendi bozuk mantıklarıyla da kendi düşüncelerini güzel, hak olanı ise çirkin görürler. Münafıkların bu durumları Kuran'da, "Andolsun size hakkı getirdik, fakat sizin bir çoğunuz hakkı çirkin görüp tiksinenlerdiniz" (Zuhruf Suresi, 78) ayeti ile bildirilmiştir.

Kuran'da haber verildiği gibi, "hidayete karşı sapıklığı satın almış" olan bu ikiyüzlü kişiler, Allah'ın indirdiğini tanımayan ve hakkı çirkin karşılayan bir yapıdadırlar. Allah'ın Kuran'la inananlara emrettiği güzel ahlak onlar için uygulanması asla mümkün olmayan bir modeldir. Zira kendi içleri kinle, nefretle, pislikle dolu olduğu için diğer insanların da kendileriyle aynı yapıda olduklarını dolayısıyla da böyle bir modeli uygulayamayacaklarını düşünürler.

Şüphesiz bu düşünceleri, kendileri ve kendileriyle aynı yapıda olan diğer inkarcılar için gerçekten de geçerlidir. Güzel ahlak ancak Allah'tan korkmakla ve O'nun emirlerine kesin olarak boyun eğmekle yaşanır. Çünkü bir insanın güzel huya sahip olması ve bunu sürdürebilmesi, ahirete, hesap ve ceza gününe olan imanla mümkün olabilir. Ahiret günü hesap vereceğini unutmuş bir insanın sabır göstermesi, insanlara fedakarlıkta bulunması için hiçbir neden yoktur. Ancak kendi çıkarı olursa bu tarz bir güzellik gösterme ihtiyacı duyar. Aksi takdirde din ahlakından uzak yaşayan bir insanın çarpık mantığına göre, zaten yok olup gideceğini sandığı bir dünyada, ölümlü insanlara güzel huy göstermenin anlamı yoktur.
Münafığın kendine çıkar sağlamak için gösterdiği tavırların dünyada da ahirette de bir karşılığı yoktur. Allah'ın tüm emirlerini göz ardı eden bir kişinin bütün yapıp ettikleri boşa çıkacaktır ve Allah bunu bize Kuran'da şöyle bildirmektedir:

İşte böyle; çünkü gerçekten onlar Allah'ı gazaplandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah) amellerini boşa çıkardı. (Muhammed Suresi, 28)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder